Blue & Grey

2.9K 313 255
                                    

Min Yoongi, müzikle bütünleşmiş bir adamdı. Müziğin ruhu, onun ellerinde can buluyordu.

Her insanın hayatta bir amacı vardır değil mi? Gerçekleştirmek istediği, hatta gerçekleşmesi için hayatını adadığı bir amaç. Bir diğer adıyla, hayallerimiz. Benim hayattaki tek amacım dans etmekti. Başarılı bir dansçı olabilmek, şimdiye kadar tek hayalimdi. Ta ki bir adamla tanışıncaya dek.

Min Yoongi, hayatımda bir anda belirmişti. Şimdiki tek hayalim ise, yalnızca onun parmaklarından dökülecek olan notalarda dans edebilmekti. Bedenim ve ruhum parçalanana kadar, yalnızca onun müziğinde dans etmek istiyordum. Belki de son nefesim, onun parmaklarından dökülecek olan notalarla gelmeliydi. Bu, bazıları için hastalıklı bir düşünce olabilirdi. Kim bilir, belki de öyleydi. 

Bu adam, müziğin ruhunu önünde diz çöktürüyordu. Parmaklarıyla onu istediği gibi yönlendiriyor, zihnine itaat etmesini sağlıyordu. Tıpkı benim bedenime ve ruhuma yaptığı gibi.

Ben ise müziğin ruhuyla aynı fikirdeydim, bundan asla şikayetçi değildim.

Yoongi, yemekle ilgileneceğini söyledikten sonra aşağı inmişti. Ben de bu sırada üzerimi değiştirmiş ve saçlarımı kurulamıştım. İçimde tarifi olmayan bir mutluluk vardı ve bunun bozulmasını istemiyordum. Ancak kendi hayatımız dahilinde bile olsa, bazı şeyler ne yazık ki bizim elimizde değildi. Mutluluğumun bu akşam tepetaklak olacağını bilmeden, gülümseyerek odadan dışarı çıktım.

Çıktığım anda kulaklarıma dolan televizyon sesi, başlarda oldukça normaldi. Ancak uzun koridorda ilerledikçe, evin içindeki sağır edici sessizlik dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu sessizliği parçalara ayıran şey ise televizyondaki kadın spikerin sesiydi. Kalp atışlarım hızlanırken içime garip bir huzursuzluk çökmüştü. Adımlarımı hızlandırarak koridoru aştım ve merdivenlerin önüne geldiğim sırada aşağı baktım. Gördüğüm görüntü ise yüzümdeki gülümsemenin anında donmasını sağlamıştı. 

Jungkook, L koltuğun tam ortasında, televizyonun hemen karşısına oturuyordu. Dirseklerini dizlerine yaslamış ve öne doğru eğilmişti. Elinde tuttuğu kumandaya öylesine büyük bir güç uyguluyordu ki, derisinin üzerinde belirginleşen damarlarını buradan bile görebiliyordum. Üzerindeki takım elbiseden eve yeni geldiğini düşündüğüm Namjoon hyung, iki elini de ceketinin altından beline yaslamış öylece ayakta duruyordu. Öfkeli bakışları tıpkı Jungkook gibi televizyonun üzerindeydi. 

Usulca merdivenlerden inerken, kulağıma ulaşan sesi şimdi daha net algılamaya başlıyordum. Merdivenlerden indikten sonra Jungkook'un arkasına geçtim ve ben de tüm dikkatimi karşımdaki kadına odakladım. 

"Yaptığı bestelerle ve aldığı ödüllerle müzik sektöründe isminden sıkça söz ettiren, geçtiğimiz yıl ise Beyaz Saray'da verdiği resitalle ülkemizin tüm dünyada tanınmasına katkı sağlayan ünlü piyanist Min Yoongi, dün gece lüks bir restoranın önünde görüntülendi. Yanında, kendisinden genç olduğu tahmin edilen birisi daha vardı. Min Yoongi'nin özel bir akşam yemeği için restoranı kapattığı söyleniyor. Yanındaki kişinin kim olduğu ise henüz bilinmiyor."

Kadının söylediği her cümleyle göğsümdeki ağırlık artarken, aldığım nefeslerin boğazıma dizildiklerini hissediyordum. Kulaklarımda rahatsız edici bir uğultu oluşmuştu. Gözüm ekranın hemen altında yazan yazıyı bulduğunda ise sertçe yutkunmuş ve bir elimle hızla önümdeki koltuğa tutunmuştum.

"Ünlü Piyanist Min Yoongi, bir erkekle mi birlikte?"

Göz pınarlarıma biriken yaşlar önümü net görmemi engelliyordu. Bacaklarımdaki tüm gücün çekildiklerini hissediyordum. Göğsümde öyle yoğun bir acı vardı ki, nefes almamı zorlaştırıyordu. Sunucu bir başka habere geçiş yaparken, bahçe kapısının açılmasıyla gözlerim anında orayı bulmuştu. Yukarıda olduğunu tahmin ettiğim Hoseok, elindeki telefonu cebine sokarken sıkıntılı bir ifadeyle içeri girdi. Gözleri beni bulduğunda ise olduğu yerde öylece durup derin bir nefes verdi ve yüzümü inceledi.

The Pianist | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin