seoul

2.5K 285 113
                                    

"Asansöre bin ve yedinci kata bas, kapılar direkt stüdyosuna açılıyor zaten."

Arabadan inmeden önce Namjoon hyung'un söylediği cümle zihnimde yankılanırken, sertçe yutkunarak kafamı geriye yatırdım ve önümdeki yedi katlı binaya baktım. Binanın dış yüzeyi tamamen camlarla kaplıydı ve içerisi hiçbir şekilde görünmüyordu. Ancak içeriden bakıldığında dışarının son derece net bir şekilde görüldüğünden neredeyse emindim.

Tedirgin bakışlarım binanın girişini bulurken, küçük adımlar atarak kapıya doğru yürümeye başladım. Üzerimdeki bu tedirginliğin sebebi, içeride bekleyen güvenlik görevlileriydi. Bir kez daha aynı sorunla karşılaşmak istemiyordum. Dönen kapıdan içeri girdikten sonra alt dudağımı gerginlikle dişlerken, güvenliklerden biri oturduğu masadan kafasını kaldırmış ve beni görür görmez hızla ayağa kalkmıştı. Onun bu ani hareketi gözlerimi irice açmama neden oldu. Kendimi bir adım geriye gitmemek için çok zor tutmuştum.

Adam masanın arkasından çıkıp hızlı adımlara yanıma geldi. Gülümseyerek x-ray cihazının yanındaki alçak, demir kapıyı açtı.

"Hoş geldiniz Bay Park, buyurun lütfen, bu taraftan."

Adamın söyledikleriyle şaşkınlıkla gülümsemeye çalışıp, eliyle gösterdiği yere doğru adımlamaya başladım. Pekala, böyle bir karşılama kesinlikle beklemiyordum. İçeri girdikten sonra masanın arkasındaki diğer güvenlik görevlisi de ayağa kalkmış ve bana gülümseyerek selam vermişti. Hafifçe eğilerek hızla ona karşılık verdikten sonra, diğer görevlinin yönlendirmesiyle çoktan asansörün önüne gelmiştik bile. Asansörün kapıları açıldığında eliyle beni içeri yönlendirdi. Ben bindikten sonra ise gülümseyerek eğilmiş ve "Yedinci kat." diye belirtmeyi de unutmamıştı.

Üzerinde 7 rakamının yazılı olduğu düğmeye basar basmaz kapılar usulca kapandı ve asansör yavaşça yukarı çıkmaya başladı. Avuç içlerimi altıma giydiğim kotun sert yüzeyine sürttükten sonra dudaklarımı aralayarak derin birkaç nefes almaya çalıştım. Nasıl göründüğüm hakkında hiçbir fikrim yoktu. Telaşla gözlerimi irileştirip hızla arkamı döndüm. Asansörün bir yüzeyini boydan boya kaplayan ayna sayesinde kendimi görebilmiştim. Dudaklarımı dilimle hızlıca ıslatıp bir elimle sarı saç tutamlarımı düzelttim.

Namjoon hyung'un mesajını alır almaz hızlıca okuldaki duşa girmiş ve üzerimi değiştirmiştim. Kendime özenecek vaktim ne yazık ki olmamıştı. Üzerime o gün yanımda olan kıyafetlerimi giymek zorunda kalmıştım. Aynadan üstümdeki açık mavi tonlarındaki kot pantolonuma ve beyaz sweatime bakarken dudaklarımı büzdüm. En azından kötü görünmüyordum.

Asansör yedinci kata geldiğini belirten bir sesle durduğunda, önümü dönüp nefesimi tuttum ve kapılarını usulca iki yana açılmasını bekledim. Kapılar açıldığında yüzümü hafif bir esinti okşamıştı. Bir adım atıp içeriye girdim ve gözlerimi irice açarak stüdyonun içinde gezdirdim.

Burası çok, güzeldi. Ve Yoongi'nin kokusu her yere sinmişti.

Dudaklarımı aralayıp ciğerlerime derin bir soluk çektim. Küçük adımlar atarak stüdyonun ortasına doğru ilerledim. Aynı zamanda etrafı incelemeye de devam ediyordum.

Asansörden iner inmez dikkatinizi çeken ilk şey, tam karşıdaki duvarı boydan boya kaplayan camlar ve oradan görünen muhteşem manzara oluyordu. Güneş ışığı hiçbir engele takılmadan özgürce içeri süzülmüştü ve zemini okşuyordu.

Gözleriniz hemen ardından sağ tarafta bulunan, camın tam önüne konumlandırılmış ve kapağı açık bırakılmış siyah piyanoyu buluyordu. Piyanonun biraz gerisine ise birisi iki kişilik, diğeri üç kişilik iki tane kanepe koyulmuştu. Onların hemen yanındaki duvarda, kapısı olmayan bir giriş açılmıştı. Yerden biraz yüksekteydi ve üç adet basamakla desteklenmişti. İçeride küçük bir oda daha olmalıydı.

The Pianist | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin