18

185 24 15
                                    

Jihoon' un odasında olmasını bilmenin rahatlığı ile elimde tuttuğum tabağı da koyup Haruto' ya döndüm. "Bir gariplikler yok mu sence de Haruto?" Haruto suyu kapatıp bana döndü "Ne gibi?" Dudağımı ıslatarak konuşmaya başladım. "Jihoon' un aklı karışık. Ve Doyoung hâlâ seviyor." Haruto güldü. "Ben de öyle düşünüyorum. "Jihoon' un neden Hyunsuk konusunda bu kadar sinirlendiğine sonradan anlam verdim. Hâlâ onu seviyor." O sırada bir ses geldi. Jihoon mutfak kapısında bize bakıyordu.

Haruto ile birbirimize baktık. Jihoon bize bir şey demeden mutfağa girdi. Duymuştu ama bir şey söylemedi bile. Masanın üzerinde duran sürahiden bir bardak su içerek mutfaktan geri çıktı. Tuhaftı. Haruto ile işimizi bitirip salona geçtik. Telefonu çalınca yanımdan kalkarak mutfağa gitti. Telefonunu orada unutmuştu. Duvara asılı olan tabloya baktım. Ben çizmiştim onu bir yıl önce. Karışık bir resimdi, hoş duruyordu. Asahi' nin resmini mi çizmeliydim acaba diye düşünmeden edemedim. Telefonu elime aldım aklıma gelen fikir ile.

Korkutuyorsun beni Asahi.

Mesajlarımı sana ulaştıramıyorum, bu kadar mı nefret ediyorsun benden?

Gidip abine bile bir şey diyemiyorum.

Seni soramıyorum.

Beni o kadar çaresiz bıraktın ki..

Biliyor musun? Dün merdivenlerden düştüm.

Dikiş attılar alnımın üzerine.

Ama hiç acımadı acıdı diyebilecek kadar.

Beni güçlendirdin bir yandan.

Teşekkür ederim.

Buraya geri geleceğim.

Ve bunları görmeyeceğini bilmeme rağmen.

Geleceğim..

23 Ağustos

Gönderdiğim mesajların tek tik oluşunu gördüm yine, dünden beri internete bağlanmadığını düşünmek biraz saçmaydı. Engellemişti beni apaçık bir şekilde ortadaydı bu. Haruto salona geri döndü yüzünde kocaman bir gülümseme ile. "Junkyu ile görüşeceğiz, sorun olmaz dimi?" diye sordu. "Hayır tabii bana neden söylüyorsun ki Haruto? Gidebilirsin." Haruto heyecanlı bir şekilde konuştu: "Bir yardıma falan ihtiyacın olur, ondan sorayım dedim." Güldüm. Haruto benden sonra da hep böyle kocaman gülümsemeliydi. "Yok Haruto sen git, ben işimi halledebilirim." Tamam diyip odasına çıktı. Ben de televizyonu açıp Korece altyazılı Müge Anlı izlemeye başladım. Bu Türk programını bir ara Twitter' da gündemde olduğundan görmüştüm. Kadın her işi çözüyordu. Programa öyle dalmışım ki Haruto' nun gelip bana seslendiğini bile duymamıştım. Son anda duyup başımı çevirdim. "Ben çıkıyorum." Kafamı sallayıp gitmesini beklerken gelip yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. "Dikkat et." diyerek yanımdan ayrılıp el salladı. Bu haline gülümserken yayını izlemeye devam ettim. Kadın yine bir işi çözmüştü. Yok ben iyice bu kadının fanı olmaya başlamıştım bugün. Sosyla medyada mugeanlifanacc diye hesap açmaya bile karar vermiştim. Bence bu saçma bir fikir değildi. Hatta yapmam gereken bir şeydi. Sosyal medyaya girip bir hesap açtım, kadının kendi hesabından bulduğum bir fotoğrafı telefonuma kaydedip profil resmi yaptım. Çok iyi olmuştu. Telefonuma sırıtarak bakıyordum, Jihoon' un sesini duydum. "Yoshi." Müge Anlı fan hesabı açmanın mutluluğundan bir an onu duyunca irkilmiştim. Jihoon salona girdi. "Efendim?" Yavaşça koltuğa oturdu. "Ne yapıyorsun?" Telefonumu ona doğru uzatıp "Ona fan hesabı açtım." Jihoon hafifçe gülerek "O kadın değil mi bu?" diye sordu. Arada izlediğimdem biliyordu. Gerçi bir süredir izlemiyordum ama yapacak bir şey yoktu. Jihoon' un hastanede randevusu olduğu aklıma gelince saate baktım.
Bir saatden az bir süre vardı. "Doyoung ne zaman gelecek biliyor musun?" diye sordu. Kafamı salladım "Hayır. Seni hastaneye götüreceğini söylemişti birazdan gelir." Jihoon sesizce oturmaya devam etti, bir şey söylemiyordu. Acaba o konu hakkında konuşsam sorun olur muydu? Mutfakta bizi duymasına rağmen bir şey dememişti. "Hyunsuk ile sevgili değilim." Yerde tuttuğu bakışlarını bana çeviremiyordu. Bir dakika ne demişti o? "Nasıl? Ama siz.." Sözlerimi kesti, "Sevgili değiliz işte Yoshi, daha fazlasını sorma." Televizyonu kapatarak "Peki." dedim. Ne olduğunu fazlaca merak etmiştim. Zil çalarken Jihoon ayağı kalktı. Bir şey yapmadan ve söylemeden odama yöneldim ben de. Merdivenleri yavaş yavaş çıktım. Yine tek başımaydım.
Ruhum yalnızdı ama en azından birileri vardı yanımda ama şu an hepsi gitmişti. Dolabımı açarak içinden ince ceketimi aldım. Ceketimi üzerime giyerek, dolaptan uzun zamandır kullanmadığım fotoğraf makinemi aldım. Ajandamı da alarak çantama koydum. Kapıyıı kilitledim ve evden ayrıldım. Aylardır gitmediğim çiçeklerin olduğu parka doğru gitmeye başladım. Belki çiçekleri solmuştur oranın. Yolda gördüğüm hoş olan her şeyi kameramla fotoğraf çekmeye başladım. Üzülüyordum. Böyle olmayı istemezdim. Asahi hemen gelmeliydi. Sanki onu görmedikçe hayatım daha da kısalıyor gibiydi.

Parka varana kadar bir sürü fotoğraf çektim. Hava sıcaktı. Yakıcı bir sıcağı vardı bu yüzden üzerime ceketimi giymiştim. Parka yaklaşırken içimde belli belirsiz bir mutluluk oluştu. Buraya en son geldiğimde ilkbahardı ve her yerde çiçekler vardı, hâlâ çiçekler vardı ama o zaman olduğu gibi fazla değillerdi. Gülümsedim. Onlar bile ölmüşlerdi. Büyük olan ağacın altına geçip oturdum. En azından gölgesi vardı. Etrafı inceledim öylesine, ajandamı çıkarttım bir şeyler yazmak için. O sırada aklıma gelen fikir ile başka bir şey yapmaya karar verdim. Çantamda bulunan mini tripotu çıkarttım. Ayarlarını yaparak makinayı yerleştirdim. Kayıt tuşuna bastım ardından. Sırtımı yasladım ağaca. "Merhaba." dedim sanki biriyle ilk tanıştığım zaman üzerimde olan heyecanla. "Bugün Ağustos' un yirmi üçüncü günü. Bunu ne zaman izlersiniz bilmiyorum ama çok uzun zaman geçmiş olamaz. Haruto, sana her zaman kızsam bile biliyorsun seni ne kadar sevdiğimi..." Dakikalarca konuştum. Kameraya asla bakmamıştım. Güldüm en son içten bir gülümse ile. Canım yanmıştı ama gülmüştüm. "Umarım bu videoyu asla izleyemezsiniz." Gözümden bir damla aktı ardından yenileri süsledi yüzümü. "Sizden ayrılmak istemiyorum.." Biraz ağladım orada. Hıçkırıklarım takıldı boğazıma. Aynı kayıt devam ederken araladım bu sefer dudaklarımı, Asahi için. "Kiraz kokulum.." Elimle gözümü silmeye çalıştım. Ellerim titriyordu. "Dayanamıyorum sensizliğe.." Hıçkırdım. Kalbime koydum elimi. "Kalbim acıyor. Canım yanıyor." Tutamadım göz yaşlarımı. "Geri dönsen ne olurdu ki?" Ağlamalı bir şekilde
konuştum onlarca dakika, sesim kısılmaya başlamıştı artık. Son sözlerimi söyleyip kayıdı kapattım. Ağlamaktan gözlerim ağrımıştı. Telefonumu açıp saate baktım. Kırk iki dakika olmuştu buraya geleli. Asahi için vakit ayırdığım süre uzun sürmüştü. Çok fazla konuşmamıştım aslında sadece ağlamaktan bazı cümleleri geç kurmuştum. İyi ki öğle saatleriydi. Kimse yoktu ve hiç kimsenin bu sıcakta buraya gelmeyeceğini biliyordum. Güzel bir yerdi. Buraya bir kere daha geleceksem o Asahi ile olmalıydı. Biraz imkansız bir istekti. Ağlamaklı gözlerimi ceketimin uçlarına sildim. Eşyalarımı yan tarafa koyarak uzandım. Gözlerimi dinlendirdim bir süre.

bolum sonu
11.03.22
15:44

sabah ilk dersde hoca bos birakti kayit sahnesini yazarken aglamisim farkinda olmadan, arkadasim ne oldu falan dedi o zaman fark ettim agladigimi.
nasil yapacagim bilmiyorum.
yazim hatalarimi cok sey yapmayin artik alistiniz buna neyse sey umarim bolum hosunuza gitmistir, bolumu nasil nerde bitirecegimi bilemiyorum bu siralar.
burada olup satirlarimi okudugunuz icin tesekkur ederim.
💌

cherry - yosahiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin