32

170 14 7
                                    

Korkuyla gözlerimi araladım. Neredeydim? Gördüğüm bu tavan nerenin tavanıydı? Haruto ve Jihoon' un seslerini duyduğumda az önce gördüklerim bir kavusdan ibaretmiş diyerek küçük bir nefes aldım. Olduğum yerde doğruldum. Salonun koltuğundaydım. Eve gelmiştik sanırım. Jihoon ayak ucumda oturuyordu Karşı koltukda ise Haruto vardı, elinde ise Doyoung' un silahı. Korku ile gördüğüm kabus aklımdan geçmişti. O sırada Jihoon silahı istedi. Haruto vermeyince, Jihoon sert bir şekilde tekrardan istedi. Haruto, silah, silahı isteyen Jihoon ve silahı vermeyen Haruto.

İçerden seslenerek Doyoung gelmişti, gitmemiş miydi daha? Silahi Haruto' nun elinde görünce panikle elinden aldı. "Ne işi var bunun sen de?" diyerek beline sıkıştırdı. Haruto zevkle gülüp arkasına yaslandı. "Bakıyordum öylesine." Doyoung koltuğun üstündeki ceketini alarak giymeye başladı. O sırada Jihoon kalkıp giymesi için yardım etti. "Gidiyor musun?" Sesim fazla uykulu ve boğuktu. Üçü aynı anda bana döndü. Uyandığımı yeni fark etmişlerdi. "Birazdan çıkacağım." Ayağa kalktım, yanlarına gidecektim. Haruto' nun oturduğu koltuğun önünden geçerken dengemi kaybeder gibi oldum. Haruto hızlıca beni yakaladı ve koltuğa oturttu. "İyi misin?" diye sordu tedirgince. Jihoon ve Doyoung' da önümüze gelmişti. Başım dönüyordu. "Yok bir şeyim." diyerek geri ayağa kalktım. "Eminsin değil mi?" diye sordu Doyoung. Tatmin olmuyordu hiçbir şeyden. Kafamı salladım. Doyoung' un telefonu çaldığında, kapatarak bize baktı. "Gitme vaktim geldi." Jihoon hızlıca sarıldı ona. İkisi ayrıldılar o sırada Jihoon' un gözleri dolmuş ağlamak üzereydi. Doyoung, Jihoon' un saçlarını okşadıkdan sonra gözlerini sildi. "Ağlamak yok." Jihoon burnunu çekerek başını salladı. "Sen de dikkat et ama kendine." Doyoung' a yaklaşıp kısa bir öpücük kondurdu yanağına. Doyoung ona tekrardan sarılıp ayrıldı. Yanına gidip ben sarıldım bu sefer. Gözlerim dolmuştu. Rüyanın etkisindendi büyük ihtimalle ama korkuyordum. "Gitme Doyoung." diye fısıldadım sarılırken. "Bir sorun mu var Yoshim?" Bir elimle gözümü sildim. "Bilmiyorum. İçimde kötü bir his var." Doyoung kaşlarını çattı. "Bir şey olmayacak." diyerek elimi tuttu. Gülümsedim. Ayrıldık, Haruto' da Doyoung ile vedalaştı. Doyoung küçük valizi eline alıp kapıya doğru giderken hepimiz peşinden gidiyorduk. Ağlamamı durdurmaya çalışıyordum. Doyoung kapıdan çıkıp kapıda bekleyen arabaya binecekken bize döndü. Dayanamayıp tekrardan koşarak geldi. Dördümüz birden sarılmıştık. Haruto bile ağlıyordu, genelde daha çok gevezelik yapardı. Doyoung bizden ayrılırken hepimize teker teker baktı. Sessizce konuşuyordu. "Ben gelene kadar, Junghwan' a göz kulak olun." Ağlamamıza gülüşlerimiz karışmıştı. "Sen dikat et yeter, biz ona göz kulak oluruz." Jihoon' un söyledikleri üzerine Doyoung gülümseyip arabaya doğru gitti. Arabanın camları tamamen siyahtı, içinde asla görünmeyen birileri vardı. Yani görmemiştim ama Doyoung arkaya binmişti ve bu arada Doyoung' un değildi. Araba giderken arkasından bakakalmıştık. Haruto hızlıca yanımızdan geçip içeriye girdi. Ağladığını görmemizi istemiyordu büyük ihtimalle. Jihoon hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Yere çökerken onunla beraber ben de yere çöktüm. Soğuk zemin üşütmüştü. Onu kendime çekip sarıldım. Kafasını göğsüme koydu. Ağlamasına eşlik etmekden başka bir şey yapamıyordum. Jihoon ile beraberdik. Rüyada olduğu gibi. Haruto rüyada olduğu gibi ağlıyordu. Aklım bana büyük bir oyun oynuyordu. "Korkuyorum Yoshi, ona bir şey olmasından korkuyorum. Ciddi bir şey değil dedi, endişelendirmek istemiyor beni. Bizi." Saçlarını okşadım burnumu çekerken. Doyoung bırakmazdı. Herkes bırakırdı ama o bırakmazdı. Ardımdan birinin bana sarılması ile irkildim. Kollarımda Haruto' nun ellerini görünce rahatlayarak ağlamaya devam ettim. Yanağıma bir öpücük kondurdu. "İçeriye gelin, hava soğuk." Sesi kırılmıştı. İçerde ağlamasını durdurup gelmişti buraya, apaçık belliydi. Jihoon' un omzuna dokundum. Hasta olabilirdi. Soğuktu gerçekten hava ve zaten yağmur yağacak gibi görünüyordu. Haruto, Jihoon' u kaldırırken ardından ben de kalktım. İçeriye geçtik beraber. Jihoon bir şey demeden yukarıya doğru çıkmaya başladı. Haruto peşinden gidecekken kolundan tuttum. Yalnız kalmak istiyor olabilirdi. O sırada Jihoon arkasına döndü. "Uyuyacağım biraz." Geri arkasına döndüğünde çıkmaya devam etti. "Üzerini ört." diye bağırdım. Lavaboya giderek elimi yüzümü yıkadım. O sırada Haruto çantasını omzuna almıştı. "Nereye?" derken gözlerini kaçırdı. Kızaran gözlerini çoktan fark etmiştim. "Junkyu' nun yanına gideceğim, gel sen de Asahi' nin yanına geçersin o da evdeymiş." Başımı sağa sola doğru salladım. "Başka bir işim var Haruto, dikkatlice git tamam mı?" Bana bakmadan gözlerini kapatıp açtı. Yandan görebiliyordum yüzünü. Haruto evden çıkarken sessizlik ile beraber başbaşa kaldım. Ev oldukça sessizdi. Altı - yedi ay önce çok güzel bir hayatımız vardı. Hasta değildim, mutluyduk, gülüş seslerimiz eksik olmazdı bu çatının altında. Şimdi belki de ben mutsuzdum sadece, onlar için değişen bir şey yoktu, tek Doyoung gelmişti tekrardan. Hatta onlar daha mutluydu o günlere kıyasla. Asahi ile beraberdim ama bunun için mutlu bile olamıyordum onu yalnız bırakacaktım burada. Jihoon ve Haruto' nun, Doyoung' un suçsuz olduğunu öğrenmeleri mutku etmişti bir de beni. Eğer öğrenmeselerdi ben gittiğim zaman Doyoung tek başına kalacaktı. Canı çok acıyacaktı. Odama çıkıp üzerime montumu giyerek, Jihoon' un odasının önünde durdum. Kapıya kulağımı yaslamıştım fakat ses gelmiyordu. Bir iki defa kapıya tıklatınca ses gelmediği için içeriye girdim. Yatağına yaklaştım, uyuyordu. Elimi alnına koydum. Ateşi yoktu. Sessizce odadan ayrılıp evden çıktım. Ana yola vardım hızlıca şu an ıslanmaya niyetli değildim. Durağa ulaştığımda beklemeye başladım. Yanıma para almayı unutmuştum ve dolmuşa binecektim. Bir iki dakika bekledikden sonra dolmuş geldiğinde telefonumun arkasında olan kartı okutarak boş bir yere geçtim. Yağmur şiddetle yağıyordu. Ve korkunç görünüyordu şu an. Dolmuş mezarlığa giden yolun üstünden geçerken indim. Biraz yürümem gerekiyordu. Islanmıştım şimdiden. Yaklaşık beş dakika yürüdükten sonra mezarlığın kapısına ulaştım. Bakıyordum öylesine içeriye. Gök gürültüsünün ürkütücü sesine aldırış etmeden durduğum yerden ayrılarak yürümeye başladım. Mezarlıktan içeriye girmiştim, yavaş adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce Junghwan' ın yanına ulaşmak ve onunla konuşmak istiyordum. Mezarını görünce duraksadım, hava soğuktu. Hava çok soğuktu. Yanına yaklaştığımda ıslak yere oturdum. Zaten ben de sırılsıklam ıslaktım. "Junghwan." diyerek çamurlaşmaya başlamış toprağına dokundum. "Hava çok soğuk Junghwan." Mezarlığa girmeden önce durdurmaya çalıştığım göz yaşlarım tekrardan hareketlenmeye başlamıştı. "Üşümüyor musun Junghwan?" Burnumu çektim. Üzerime giydiğim montumu çıkartarak onun üzerine örttüm. "Seni ısındırmaz biliyorum ama, nasıl ısınırsın onu da bilmiyorum." Bir müddet sessizlik oldu, zaten benden başka birisi yoktu sessizlik olması normaldi. Mezar taşına baktım, yıllardır buradaydı. Alışmış olmalıydı. "Abin Çin' de bu yüzden söyleyememiştir belki, Jihoon ile barıştılar. Her şeyi öğrendiler. Haruto' da abin ile konuşuyor." Jeongwoo aklıma gelmişti. "Jeongwoo, bana aşıkmış, sen biliyordun değil mi?" Toprağa tekrardan dokunarak okşamaya başladım. "Biliyordun elbette, aklımın ucundan bile geçmezdi böyle bir şey. Onu çok üzdüm farkında olmadan. Şimdi de onu ben yalnız bırakacağım, o zamanlar üzüntüden hiç düşünmemiştim ama sen gittikten sonra Jeongwoo çok kötü zamanlar geçirmiş olmalı, onu arayıp sormadım bile." Junghwan' a bunları söylerken uzun zamandır buraya gelmediğimi fark ettim. "Özür dilerim Junghwan, gelemedim hiç yanına." Yüzümde burukça bir gülümseme oldu. En azından buradan gittiğimde Junghwan' ı görecektim değil mi?

cherry - yosahiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin