Placebo-Running Up That Hill
"Ne düşünüyorsun? Köşeye çekilmişsin, sessiz sessiz..."
Taehyung içinden tek bir yudum bile almadığı kadehiyle odanın en karanlık köşesinde bir koltuğa gömülmüştü, diğer üçünün eğlenmesini veya genelde tartışmasını izliyordu. Büyük bir rahatlık hissettiği doğruydu, uzun süredir, neredeyse bir yıldır hissetmediği kadar ancak önceden hayal ettiği kadar büyük değildi rahatlığı. Sanki bütün problemleri çözülmüş gibi sırf mutluluktan sarhoş olacağını düşünmüştü, öyle olmalıydı ama şimdi karnında bir düğüm vardı, ne doğru düzgün nefes alabiliyordu ne de gerçekten mutlu hissediyordu. Hissettiği yalnızca huzursuluktu. Biraz da mutsuzluk. Şimdi loş ışıkla aydınlanan odada sadece başka bir koltukta oturan ikiliye bakıyordu, Yoongi ve Jungkook'a. Yoongi sırtını onun göğsüne yaslamıştı ve Jungkook da bir kolunu onun karnına sarmıştı.
"Sadece onlara biraz özel alan vermek istedim. Sabahtan beri hiç yalnız kalamadılar."
"Sabah yeminler ettiğini duyduğuma eminim. Jungkook'u bir hafta rahat bırakmayacağına dair..?"
Taehyung keyifsiz bir şekilde gülümsedi. Elbette etmişti ancak şimdi de tadı kaçıktı, enerjisi yoktu. Yaklaşık bir aydır, aslında. Jimin ile o son konuşmayı yaptığından beri. Son olacağını da düşünmemişti gerçi ama o son konuşmayı yaptığından beri içinde olduğu durum buydu. Gerçi daha fazla dağıtacağını düşünmüştü ancak öyle olmadı. Sadece... gerçekliğin içinde bulunmanın ne kadar zor olduğunu öğreniyordu böylece.
"Acıdım, biliyor musun? Hevesini alsın bakalım, sonra ona izin verecek miyim?"
Aslında cidden böyle düşünüyordu. Yoongi ile kapatması gereken uzun bir ara vardı ve hem de üstüne, onu cidden çok özlemişti. Bakınca aslında Yoongi de ona bir şeyler söylemek istiyor gibi görünüyordu, onlar fısıldaşırken ara ara bakışlarını yakalıyordu Taehyung ve gözlerini kaçırıyordu. Onunla çok sık görüşmemişti, özellikle de ziyaret zamanlarına neredeyse hiç gidememişti. Böylece onun çok şey bilmediğini umuyordu ancak bunu yaparak bir budala olduğunu tahmin etmesi gerekirdi. Yoongi her zaman bilirdi.
"Ee.. ben şey düşünüyordum, belki de... artık önceki hatalarla birlikte... bu konuyu rafa kaldırmamız gerekiyor."
Taehyung Namjoon'a döndü.
"Ne?"
"Diyorum ki, geçti ve bitti. Daha önceden yaşadığın her deneyim gibi. Öyle saymak herkes için en sağlıklısı."
"...bence de," dedi Taehyung kararsızlıkla, kaşları çatıldı. Bu konuda aynı sayfada olup olmadıklarını bilmiyordu.
"Ama öyle yapıyor gibi görünmüyorsun."
"Anlamıyorum. Geçti, bitti, böyle davranıyorum işte. Onunla... onunla bile görüşmüyorum." Taehyung kadehte sallana sallana artık gerçekten ılıklaşan şarabından büyük bir yudum aldı. Zaten çok seçici değildi alkol konusunda, içki bile seçmezdi, herhangi bir şeyin içinde alkol olduğu sürece ona fark etmezdi. "Hem de hiç."
"Evet. Ben de bundan bahsediyorum. Tamam, ona da geçti gitti demek istiyorsan gerçekten tamam ama– biliyorum ki konuşmamanın nedeni, kendini ondan uzak tutmaya zorlamanın nedeni aslında geçmişi rafa kaldırmaman. Üstelik yaptıklarımızı unutmak zorunda bile değilsin, yalnızca değiştiremeyeceğini kabul edip kendini affetmenin bir yolunu bul–"
"Yapamam." Taehyung içeceğini bitirdi. "Ben yapamam." Yapamazdı. Gerçekten de... Daha önce bencil miydi, değil miydi bilmiyordu ancak bütün hayatı boyunca, en başından beri görünmez olmuştu. Kendisi için bile görünmezdi, kendini tanıyamamıştı, kendini tanıması gerektiği yaşa geldiğinde bir yabancıyla karşılaşmıştı içinde ve sonra da ona katlanamamıştı işte. Bilmiyordu, kime dönüştüğünü, özelliklerini, hislerini. Bilmiyordu ve anlayamıyordu ancak hayatındaki o belirli dönüm noktasından sonra bunun için çabalamıştı. Nasıl biri olduğunu çözmeye çabalamış ve karşılaştığı insandan da pek hoşlanmamıştı, şimdi dönüp baktığında kendine hiç olmadığı kadar uzak olduğunu fark ediyordu. Bilmiyordu. Ne istiyordu, neleri yapabilirdi, neyi severdi ya da sevmezdi... kendini affedebilir miydi? Bundan nefret ediyordu. Bu kadar yabancı olmaktan.
