Radiohead-Burn The Witch
"Latte alabilir miyim? Vanilyalı. Evet."
Taehyung kahve sırasında hemen onun ardında bekliyordu. Kocaman güneş gözlüklerini mekanın içinde bile çıkarmamıştı. Yalnızca ensesindeki beni ve saçlarının temiz kesimini izliyordu, konuşmaları dinlemeye çalışırken nerede olduğunu ara ara unutuyor ve sıra ilerledikçe kendine geliyordu. Zaten sıra kendine geldiğinde de içmeyeceği bir kahveyi rastgele alıyor, onu takip ediyordu. Park Jimin. Jimin her gün iş çıkışı buraya geliyordu, benzer saatlerde, her gün aynı şeyi sipariş ediyordu. Bazen açık havada oturuyor, bazen kahveyle yürüyordu. Ancak bugün, diğerlerinden farklıydı çünkü bugün biriyle buluşacaktı. Henüz planı ne zaman uygulayacaklarına karar vermemişlerdi ve bunun için uygun anı arıyordu. Bu görev kendinindi.
Taehyung kahvesini alıp dışarı çıktığında Jimin çoktan birinin onu beklediği masaya oturmuştu. Taehyung onun arkasına denk düşen bir sandalyeye geçtikten sonra telefonunu çıkardı. Onunla ilgileniyor gibi görünmek içindi ancak çoğu zaman unuturdu. Dinlemeye ve izlemeye fazla daldığı için.
Aralarında konuşuyorlardı, en başta hal hatır sorma şeklinde gerçekleşmişti. Tanrı şahit, Taehyung Haesoo denen adamdan zerre hoşlanmıyordu. Hatta onun adını düşündükçe midesi bulanıyordu, derin bir tiksintiyle cebinden matarasını çıkardı ve kahve bardağına boşaltabildiği kadarını döktü. Kahve bu şekilde katlanılabilir oluyordu ancak.
"Tutuksuz yargılanma ihtimalini ortadan kaldırmaya çalışıyoruz."
"Bunda bir sakınca var mı ki?" Jimin ona bu sıruyu yönelttiğinde Taehyung konyak karıştırdığı kahvesinden koca bir yudum aldı.
"Kim bilir dava ne zaman sonuçlanır, o yüzden kaçma ihtimalini ortadan kaldırmak gerekiyor. Hem o kadar büyük bir dolandırıcılıktan sonra rahat rahat gezsin mi aylarca? Belki de yıllarca?"
"Haklısın aslında ama... bilemiyorum. Birini öldürmüş muamelesi yapmak da biraz fazla gibi geldi bir an. Ama sen daha iyisini bilirsin, sonuçta batırdığı benim emeklerim değildi. Senin yerinde olsam ben de çok öfkelenirdim."
Bir süre sessizlik oldu.
"Jimin, abin–"
"Hiç başlama." Jimin iç çekti. "O tercihini yaptı. Beni istemediğini gayet net belli etti. Zor zamanlar diyerek onun yanında olmamı bekleme, çünkü o ne benim ne de annemin yanında oldu."
"Biliyorum ama–"
"Duymak istemiyorum."
"Pekala... sen bilirsin."
"Sen şeyden haber ver asıl, paraları geri alabilecek miyiz? Yani zararı kapatacak kadar?"
"Yurtdışındaki isimsiz hesaplara aktarılmış gibi görünüyor. Yasal her yolu deneyeceğiz ama takibi çok zor dendi. Ancak dolandırılan yüzlerce hatta binlerce insan var. Muhtemelen yüz bin yıl falan hapis cezası istemiyorsa işbirliği yapacaktır."
Taehyung kahvenin eksilen kısmına konyağın kalanını da döktü. Ona dokunuyordu. Bu adamı yakalarından tutup o oturduğu masaya atamıyor olmak, başını geçirip burnunu kıramıyor olmak, konuşmasını engelleyemiyor olmak gerçekten dokunuyordu. Bir insan nasıl bu kadar rahat bir şekilde başka birinin hayatının mahvoluyor oluşubu anlatabilirdi? Hem de masum birinin? Masum olduğunu biliyordu, o da biliyor olmalıydı. Kesin iki ortak bu haltı da birlikte yemişlerdi. Her kim yapmış olursa olsun, Yoongi'nin yapmadığını bildiğinden dolayı onlar suçluydu. İkisi birden.
"Zaten mutlaka söyleyecektir, artık yakalandı. Kaçışının olmadığının farkında, muhtemelen pişmanlığa oynayacaktır. Suçsuz olduğunu kanıtlaması imkansız ki." Jimin bunları söylediğinde Taehyung kahve bardağını da alarak ayağa kalktı. Daha fazla dinlemek istemiyordu.