S.S. - 39.Bölüm

4.9K 184 42
                                    

Merhaba,

Nasılsınız? Bol bol yorum yapmayı unutmayın, olur mu?

Keyifli okumalar.

Yanaklarımı şişirerek hocayı dinlemeye çalıştım. Dün akşam saatlerine kadar kütüphanede çalışmıştık. Ancak Yaman'ın gürültü yapması yüzünden sonunda kütüphaneden kovulmuştuk.

Bu yüzden bugün aynı riski göze almayarak dershanelere dağıldık. Ben de dershaneye yazıldım ama taş çatlasa iki ya da üç defa gitmişimdir. Fikir benden çıktı.

Kitapların üzerine koyduğum telefonum titreyince elime aldım.

Rüzgar: Çok sıkıldım. 

Siz: 🙄 

Rüzgar: Hâlâ mı trip? 

Siz: 🙄

Rüzgar'ın iç çekişini duyduğumda gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Onunla biraz uğraşmak adına, bana dershane hakkında yalan söylediği için trip atıyordum.

Bana, başka bir dershaneye gittiğini söylemişti. Ayrıca konuşmadığımız zamanlarda da Rüzgar olarak benimle yüz yüze gelmemişti. Trip atmaya hakkım vardı.

Rüzgar: Gamze'm, 

Rüzgar: Anlattım ya sana. Eğer seninle aynı dershanede olduğumu söyleseydim, hemen anlardın. 

Rüzgar: Kendin de demiştin, kızlarla liste yapıp beni bulmaya çalıştığınızı. 

Siz: Doğru ama yine de trip atmama engel değil.

"Arka sıradakiler! Dersi dinleyin!" Başımı kaldırıp hocaya baktım. Ardından Rüzgar'a hafif bir dirsek attım ve telefonumu kitapların üzerine bıraktım.

Dersi dinliyormuş gibi yaparken telefonuma bir bildirim daha geldi. Bu sefer, kızlarla olan gruptandı:

Ağlama duvarı

Mine: Dershane nasıl gidiyor? 

Siz: Kötü. 

Siz: Neden gelmediniz ki? 

Mine: Geç uyandım bugün. 

Mine: Oktay da hâlâ uyuyordu. Onu arayınca gitmemeye karar verdim. 

Siz: Ooh, gel keyfim gel. 

Siz: Azra? Ceren? 

Azra: Biz buradayız, canım. 

Azra: Ama farklı sınıflarda olduğumuz için seni görmedik. 

Siz: Heh, iyi bari. 

Siz: Yine de eksiksiniz. 

Siz: Hoca ters ters bakıyor. Kaçtım!

Telefonu kapatıp sıraya bıraktım. Bana dik dik bakan hocaya şirin bir gülümseme yolladım. Hocamız, sabır çekerek başını iki yana salladı ve derse devam etti.

Nihayet bizi rahat bıraktığında test kitabımı açtım. Derin bir nefes alıp kaldığım yerden çözmeye başladım. Keşke YKS bir an önce bitse de kurtulsak.

Geometri çözmeye karar verdim. Deneme için dün fazlasıyla çalışmıştım, hatta kütüphanede çalışmak yetmemişti, eve gidince gece yarısına kadar devam etmiştim.

Sabır çekerek önümdeki matematik sorusunu yeniden okudum. Yok arkadaş, anlamıyorum! Göz ucuyla Rüzgar'a baktım. Kulaklığının bir tekini takmış, test çözüyordu. Tribi bırakıp yardım isteyebilirdim artık.

Ona hafifçe dirsek attım. Kulaklığının müziğini durdurup bana döndü. "Bir şey mi oldu, Gamze'm?"

"Matematikten hiçbir şey anlamıyorum."

"Gel hadi gel." Gülümseyerek kitabımı onun önüne koydum. Dün olduğu gibi bugün de sabırla anlattı soruları. Birkaç soruyu birlikte çözdük.

Kendim çözmek için kitabı önüme çekerken kulağımda bir baskı hissettim. Elimi uzattığımda, Rüzgar'ın kulaklığını fark ettim. Gülümsedim. Şarkının başlamasını bekledim.

Çıkar her yol duvarlara, verip el kol kapanlara; adam olmaz diyenlere rağmen insan olma yolunda.

Şarkı çalmaya başladığında yüzümdeki gülümsemeyle test çözmeye devam ettim.

Biz harıl harıl test çözerken, dershanenin sonu geldi. Hoca bizi biraz erken bıraktı. Montlarımızı ve çantalarımızı alıp çıktık.

Dershaneden ayrıldığımızda ellerimi montumun ceplerine koydum. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu Rüzgar.

"Bildiğim güzel bir yer var. Hadi!" dedim.

Başını sallayarak onay verdi. Hava biraz esiyordu ama güneşliydi. Otobüse binip uzun zamandır gitmek istediğim bir kafenin durağında indik. Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından, kitap kafe gibi bir yere geldik.

Kafenin dışı kadar içi de moderndi. İçeri girer girmez burnuma gelen kitap ve kahve kokusu beni gülümsetti.

Kafenin bir duvarı, beyaz ve çok raflı kitaplıklardan oluşuyordu. Diğer duvarlar ise gri ve beyaz tonlarında beton havası veriyordu. Büyük cam kısmında kahve menüsü yazılıydı. Ahşap dolaplı bir tezgâh vardı ve açık pembe, mermer görünümlü bir tezgâhın üzerinde kahve makineleri ve kasa duruyordu.

"Sen geç otur, ben kahve siparişlerini vereyim," dedim.

Siparişleri verip, Rüzgar'a fark ettirmeden ödemeyi yaptım. Kahvelerimizi alıp masaya geçtim. Çantamdan, her zaman yanımda taşıdığım *Kürk Mantolu Madonna* kitabını çıkardım.

"Bence birlikte okuyabiliriz. Ne dersin?"

"Eğer sen okumasını bitirdiysen ve sevdiğin cümlelerin altını çizdiysen, neden olmasın?"

Sandalyemi yanına çekip kitabı ona uzattım. "Sen okur musun?"

Başını eğip elini ensesine götürdüğünde kıkırdadım. Ardından kitabı alıp kısık bir sesle cümleleri okumaya başladı. Yanağımı avucuma yaslayarak onu seyrettim.

Dakikalar geçtikçe cümlelerin derinliğine indik, kitabın dünyasına girdik. Yüz elli sayfayı geride bırakmıştık ki Rüzgar birden duraksadı. Bir cümleyi içinden tekrar ederken kahvesine uzandı.

Ben de hangi cümle olduğuna bakıp gülümsedim: "*Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.*"

Cümleyi bitirdiğinde gözleri beni buldu. Dudaklarımı bastırıp başımı eğdim. Onun kısık bir sesle güldüğünü duyduğumda başımı kaldırdım. Başını eğmiş gülüyordu.

Yanağımı yeniden avucuma yaslayarak onu izlemeye devam ettim, o güzel gülüşünü...

🍓🍰

Bölüm Sonu

Nasıl buldunuz otuz dokuzuncu bölümümüzü?

Bolca Gamze Ebrar ve Rüzgar Çağrı içeren bir bölüm oldu. İkisini birlikte yazmak beni gülümsetiyor. Çok tatlı oldular bence, siz ne düşünüyorsunuz?

Maalesef İstanbul'da yukarıda anlattığım gibi bir kafe yok. Keşke olsaydı! Kafenin yarısı hayal ürünü, yarısı da Pinterest'ten bulduğum bir fotoğraftan ilham alındı.

*Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna. Yapı Kredi Yayınları.*

Bir sonraki bölümde Instagram'da paylaşım yapacağım.

Yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın!

💌

Saman Sarısı | Texting DÜZENLENIYOR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin