Siz: Şey, bu akşam diye anlaşmıştık ama,
Siz: Ben biraz geç geleceğim, aile yemeği var.
Pezwnk: Problem değil, ayarlarız. (18.06)
•
"Eminim Tuana'da bir gün başaranın tadını tadacak, Bars'cığım." dedi annem ve bana bakarak devam etti sözlerine:
"Ona ısrar etmeme rağmen iş görüşmesine katılmadığına göre daha iyi fikirleri olmalı."
Yemek masasındaydık, konuşulacak konu vardı konuşulmayacak konu vardı. Bars iyi insan rolüne büründü. Anneme karşı başını salladı ve çatalına önündeki tabaktan biraz sebze alıp, bana baktı.
"Planlarından bahsedersen dinlemek isterim." dedi, pollyana. Ağzına bir tane çakasım vardı. Koyu mavi gözlerinin içine baktım, ağzıma attığım zoraki pilav taneciklerini öttüre öttüre çiğneyerek başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok." dedim.
"Öyle mi? Ne üzücü. Ben senin yaşındayken hayatımın bir amacı vardı. Tabii herkesin hayatının bir anlamı olacak diye bir kanun yok."
"Aslında mesleği filan bilmem de evlenip, mutlu bir şekilde hayatıma devam etme gibi bir planım var sevgili ailem," diyerek önümdeki pilava tekrar çatalımı daldırdım. Serdar amcanın yediği yemek boğazında kalmış olacak ki öksürmeye başladı, bense konuşmaya devam ettim. "Bazıları gibi iş iş diye şurumu kaybetmeyeceğim."
"Şurunu kaybeden ben miyim?" diyip açık konuşmamı beklediğini belirtti.
Daha ne kadar açık olabilirdim, bilmiyorum.
Annem hemen yanımda oturmanın verdiği avantajla bacağıma vurdu eliyle. Bars umursamaz tavırlarıyla yemeğine devam etse de içten içte malup olmanın verdiği o acı tadı tattığını biliyordum.
"Saygısız piçin teki ben değilim." dedim, piç bir gülümsemeyle.
Elindeki çatalı tabağa yerleştirdi, sandalyeyi geri ittirdi ve masadan kalktı.
Annem sert bir şekilde bacağıma tekrar vurduğundaysa yüzümdeki gülümsemeyi silmeye çalıştım. "Yalan söylediğimi sanmıyorum, anne." diyip, yemeğime devam ettim. Bars izin isteyip lavaboya diye yukarı çıkarken arkasından söylenmeye devam ediyordum. "Menfaati bittiği saniye insanlara bok gibi davranıyor. Evleneceğinden bile son dakika haberiniz olmuştu. Bana bu adamı övüp duruyorsunuz, Tanrı aşkına sıkılmadınız mı?"
"Allah, kızım." diye düzeltti Serdar amca.
Masanın başında oturduğunu gören adam sanardı onu ama ne vardı ki değildi. Kendi oğluna bile söz geçiremiyordu.
İçim içimi kemirirken annemin ağzını açmasıyla bende yemeyi bırakıp, sertçe sandalyemi geri iterek oturduğum yerden kalktım. Merdivenlere yöneldiğim sırada arkamda bıraktığım annem, "Özür dile ondan!" diye bağırdı.
Yumruğumu sıktım, sakin olmalıydım.
Basamakları birbir seri şekilde çıkıp ikinci kata geldim. Hedefim elbette terastı.
Temiz hava iyi gecelekti.
Şu aralar gereğinden fazla yapmaya başladığımız aile yemekleri beni yormaya başlamıştı. Üstelik biz bir aile bile değildik.
Terasa geldiğimde kapısını açtım içeri girmek için. Ya da dışarı çıkmak için, her neyse. Kapıyı açmamla bir elin kolumu tutup beni içeri çekmesi bir oldu. Sırtım duvarın soğuk yüzeyine değdi. Bakışlarım direkt beni tutan mavilere kaydığında derin bir nefes aldım.
"Ne oldu, yediremedin mi?" diye çıkıştım.
"Sence de bana karşı daha saygılı olman gerekmiyor mu, Sarışın?" diyip, üstüme doğru bir adım attı. Aramızdaki olmayan mesafeyi iyiden iyiye kapatıp, daha çok kolumu sıktığında dişlerimi gıcırdattım.
"Saygı hak edilir, Bars." diye tısladım.
Öfkeli mavileri gittikçe koyulaşırken sıcak nefesi yüzüme çarpıp duruyordu. Sinirlendiğini anlasam da burnumu dikip konuşmaya devam ettim.
"Kendi işini kurdun, evet; o işin patronu oldun, evet. Bu konuda kesinlikle saygıyı hak ediyorsun ama karakter olarak..." alt dudağım sinirden titremeye başladığında oraya baktı. "Karakter olarak?" dedi, devam etmemi beklediğini belirterek.
"Karakter olarak hak etmiyor muyum?" diye iyice sıkıştırmak amacıyla bacağını bana doğru itti.
Fiziksel olarak sıkıştırınca düşüncelerimi yönetebilecek olduğunu düşünmesi ne acizceydi öyle. Güldüm, bu hareketine. Öfkeyle.
"Şu an ki durumumuza bakınca bile ne olduğun bağrıyor, Bars. Yönetmeyi seven, hayatın kendi etrafında döndüğünü düşünen, iş konusunda başarılı olduğu için kendini kusursuz sanan piç herifin tekisin."
"Sense hiçbir bokken insanlara hareket edebilecek küçük bir kız çocuğusun, Tuana."
Burnumu daha da dikleştirip, gözlerine "Öyle mi?" der gibi baktım. Gerek duvarın gerek havanın soğukluğu içime ilmek ilmek işliyordu. Üzerimdeki mini elbisenin inceliği yüzünden sırtım buz tutmuştu. Yine de tavrımdan taviz vermedim.
"Ne kadar tanıyorsun beni de bu kadar rahat konuşabiliyorsun sen ya," diyerek gözlerine dik dik baktım. Kolumu elinden kurtmak istediğim saniye daha sıkı sardı, izin vermedi bu hamleme. Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdığında küçümseyici bakışları eşliğinde erkekliğine tekme atmak istedim.
"Adam mı oldun sen şimdi." dedim başımla kolumu işaret ederek, çenesi kasıldı. Göz bebekleri titrediğinde bıkmış bir ifadeyle başımı duvara yasladım. "Çalışanın değilim, Bars. Bunu o kafana sok ve haddini bil. Ben senin üstünde hakimiyet kurabileceğin son kişiyim."
"Öyle mi?" der gibi o baktı bu sefer.
"Elindeki şeyleri almam kaç saniyemi alır sanıyorsun? Kartların, arabaların, kaldığın ev, mücevherlerin, sayısız telefonların.. Söylesene Sarışın, kaç saniyemi alır?"
"Annen seni bu yüzden terk etmiş olmalı, Bars. Benimde senin gibi her şeyi elde edebileceğini sanan salak bir oğlum olsaydı; "nazını çekemem" ben bunun der defolup giderdim. Haklıymış kadın!" diye çıkışıp, en hassas noktamdan vurmasının karşılığını verdiğimde geri çekildi.
Kolumu bıraktı, teması kesti.
"Sana acıyorum." diyip, arkasını döndü ve terastan çıkıp gitti.
Bakışları yüzünden her zerremle acıdığını hissetmiştim. Fakat, bu umrumda olmadı.
Onun gitmesiyle her yerimi soğuk sararken silkelenip kendime geldim.
Daha gitmem gereken bir randevu vardı.
Kendimi salmamalıydım.