•Tunç'tan
5 saat sonra"Senin dedi, ebeni sikerim dedi. Bana dedi."
Elime verdiği buz torbasını yanağıma daha çok bastırıp dudağımı büzdüm. Eflatun bu halime güldüğünde kaşlarımı çattım ve homurdandım. "Tabii sen de beni hiç ciddiye alma. Yüzümü ne hâle getirdi o piç kurusu, biri bile dur demedi!"
"Tunç," dedi, gülerek. Eli buz torbasına gitti. Benim yattığım koltuğun hemen kenarında oturuyordu. Buz torbasını tutup biraz aşağı sürükledi. "Morluk burada." dediğinde ben çoktan buz torbasını bırakmıştım.
"Çok biliyorsan sen tut." dedim, küstahça.
İtiraz etmedi, tuttu. Lacivert geceliği bir an için bana Bars'ı hatırlattığında içimden kocaman bir siktir çektim. O hayvan yüzünden psikolojim bozulmuştu.
"Barın ortasında mı dövdü tam?"
"Öyle oldu. Biliyor musun biri de o döverken müdahele etmedi. Herkes dayak yiyişimi izledi."
"Yaa..." dedi, diğer elini de yanağıma sardı. İlgi istediğim için mi ne gözlerim doldu.
Neden yalan söylediğimi bile kestiremedim. Yardım etmişlerdi. Bars o kadar sert bir yumrukla tekte beni yere indirmişti ki olayı herkes geç varmıştı. Kavradıkları gibi de yardımıma koşmuşlardı.
"Sana yazık ama," dedi, dudağını büzerek. Başımı olumlu anlamda sallayıp "Yazık.." diye tekrar ettim. "Bana çok yazık." dedim.
"Hak etmiştin." dediğinde afallasam da başımı tekrar aşağı yukarı salladım. "Hak etmiştim." dedim.
Dayak yedikten birkaç dakika sonra birkaç votka devirip Eflatun'un sevgilisiyle yaşadığı eve gelmiştim. Sevgilisi demişken.. Burak evde yoktu. Eflatun kapıyı açtığında yüzümü görünce dakikasında beni eve almıştı. Burak'ı öylesine sorduğumdaysa işi olduğunu söylemişti.
Saat 04.03 civarıydı.
Ne işiydi pardon?
"Biliyor musun, mor sana yakışıyor." dedi, dudaklarında buruk bir tebessümle. Dalga geçeceğini anlayınca ağzımın içinde bir şeyler geveledim.
Koyu kahve gözleriyle bana doğru eğildi. Yüzü yüzüme yaklaşınca gözlerim kocaman açıldı ve şey, hıçkırdım. O bu hâlime karşın kaşlarını çattığında ben sakin kalmak adına kendimi telkin etmeye çoktan başlamıştım.
Buz torbasını morluğun üzerinden çekti, oraya odaklanamadım bile. Ta ki dudaklarını morluğun üstüne bastırana kadar.
Arkadaştık. Arkadaştık. Arkadaştık.
Eli, saçma bir hızla atan kalbimin üstüne gittiğinde anlayacak diye korkup ittim onu kendimden. Koltukta oturur pozisyona geçip bacaklarımı kendime çektim.
"Yanlış bir şey mi yaptım?" diyip gözlerime bakmaya çalıştı, bakışlarımı kaçırdım.
Kafamı olumsuz anlamda salladığımda durmadı, sormaya devam etti.
"Problem ne o zaman?"
"Problem yok." dedim, sakin kalmak adına içime derin bir nefes aldığımda kolumda elini hissettim.
"Emin misin?" dedi, kadifemsi sesiyle. Lanet girsin ki emin filan değildim. Aksine, problem vardı. Tek emin olduğum şeyse buydu.
Kafamı bacaklarımın üstüne yasladım ve onaylayan mırıltılar çıkardım. Üzerime sinen alkol kokusu ciğerlerime dolaşırken yüzüm buruşmuştu.
Saatlerce barda kalma sorunsalıydı.
"Pekâlâ, sana içecek bir şeyler getireyim."
Koltuktan kalktı. Adım sesleri uzaklaştığında az önce oturduğu yere baktım. Sırtıma değen buz torbasına aldırış etmeden saçlarından düşürdüğü fuları elime alıp, koltuğa geri yattım. Hata da olsa burnumu fulara dayadım ve kokusunu içime çektim.
İlkbahar gibi kokuyordu.
Huzur veriyordu. Tıpkı küçük bir dokunuşu, küçük bir öpücüğü ve kısa bir bakışı gibi.