yanan papatyalar

4.5K 360 319
                                    

Lütfen oy verip destek olun, beni çok mutlu edersiniz. İyi okumalar ♡
**

Hayatın akışını, içinde yuva kurmuş duygular belirler demişti bir keresinde birisi. Öyle miydi gerçekten? Ne hissediyordum? Üzgündüm. Üzgündüm çünkü sadece bu duyguyu hakkıyla yaşayabildiğimi düşünüyordum. Avuçlarımdaki çizgilerden, dudak kenarlarımdaki kırışıklara kadar her noktama bir ateş düşüyordu bazen. Öleceğim bu sefer diyordum ancak hiçbir seferinde ölmüyordum. 

Fakat biliyordum; bir gün, öyle bir yanacaktım ki, küllerim bile acıdan yeniden kavrulacaktı.

"Hadi Barış,"  diye mırıldandım aynadaki dağınık görüntüme. Elaya çalan gözlerim biraz durgun bakıyordu bugün. Parmaklarımı kabarmış kahve tutamlarımdan geçirip biraz yatıştırmaya çalıştım ancak hiç oluru yoktu. En iyisi siyah bir şapka takmak olacaktı. Bok gibi bir psikolojiye de sahip olsam, en azından görüntüm güzel olmalıydı. Bu yüzdendir ki verilen bursumdan arta kalan paramla, yarı zamanlı işlerimden kazandıklarımla kendime güzel bir kıyafet dolabı yapmıştım. Çürümüş zemini, öyle güzel bir halıyla örtmeliydiniz ki, bakan kimse altında yatanın kusurlu olduğunu düşünmemeliydi.

Hızlıca dişlerimi fırçalayıp banyodan çıktım. Dört kişilik bir devlet yurdu odasında şu anlık tek kalıyordum. Oda arkadaşlarımdan ikisinin eşyaları burada ama kendileri yoktu ve ben henüz hiçbiriyle karşılaşmadığım için oldukça gergindim. Şu yaşıma kadar doğru düzgün bir arkadaşlık ilişkisine sahip olmadığım için, sanki her kimle tanışırsam tanışayım bana kötü davranacak hissi patlıyordu içimde. Ancak ben, bu sefer bunun olmasına izin vermeyecektim. Yeni bir şehrin hakkını verecek ve kendime yepyeni bir düzen oluşturacaktım. Bundan öncesinde bir şey yapmaya belki gücüm yetmiyordu belki içim elvermiyordu ancak bundan sonrası için kalemin ucunu açmalı ve sayfayı doldurmalıydım. 

Altıma siyah bir jean, üzerime bordo bir tişört geçiriverdim hemen. Dersimin başlamasına çok fazla bir zaman olmadığı için oyalanmak istemiyordum. Başıma siyah, kasketinin ucunda iki tane demir halkaları olan şapkamı taktım saçlarımı içerisine gizleyerek. Siyah, orta boylarda olan çapraz çantama bir küçük defter bir de tükenmez kalem yerleştirip çıktım odamdan. Henüz ilk hafta olduğu için hatırı sayılır bir kalabalık hakimdi. Şu koskoca kalabalığın içerisinde kendime bir yer edinemeyecek miydim? Gayet tabi başarabilirdim. Sırtımı dikleştirdim, önce binamdan ardından yurdumdan çıktım. Havaya karışan nem öyle bunaltıyordu ki ciğerlerime çektiğim oksijenin orayı bile terlettiğine yemin edebilirdim. Geldiğim yerde böyle bir sıcağa maruz kalmadığımdan olsa gerek ki fazlasıyla bunalmıştım daha şimdiden. Yine de huysuzluk etmeyecektim bugün.

Okula varana kadar, neredeyse on dakika kadar yürümüş olacaktım, çok fazla insanla göz göze gelmiştim. Heyecan, midemde koca bir yumru gibi oturuyordu. Ancak tüm bu heyecanıma rağmen hâlâ beni incitecek bir şeyler vardı bir yerlerde. Hemen hemen kimse yalnız değildi. Ya aileleri vardı ya arkadaşları vardı. İlk günden nasıl bulabilmişlerdi? Yoksa bir tek ben mi arkadaş bulma konusunda epey başarısızdım? Yine de can sıkıcıydı.

Bir arkadaşın, ne derece önemli olduğunu hiç deneyimlememiştim. Elbette konuştuğum insanlar oluyordu ancak herkesin kendi yarasıyla boğuştuğu, kendi çamuruyla kaplandığı bir yerdeydim ben. Kimse bir başkasının yükünü sırtlanacak kadar hafif değildi. Ancak o zamanlar düşünmüştüm ki biri gelseydi, arkadaşım olmak isteseydi ben sırtlanırdım. Dünya yükü olsa dahi sırtlanırdım. Çünkü yalnızlık insana kötü sanrılar yaşattırıyordu. Çünkü yalnızlık yoruyordu. Emindim ki kendi yalnızlığımın ağırlığı, iki kişinin acısından daha ağırdı bana. Bir arkadaş, belki de beni içinde debelenip bir türlü batamadığım o çukurdan alacaktı.

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin