gökkuşağının yağmuru

1.8K 210 90
                                    

"Bileklik sana yakışıyor," dedi Yüksel baş parmağı bileğimin içini okşarken usul usul. Pazartesiydi; Muzaffer abi ve Elçin'le çarşıda buluşup yemek yemek üzere otobüse binmiş gidiyorduk. O kadar kalabalıktı ki oturacak yeri geçtim dikilecek yeri bile zor bulmuştuk. Buraya ilk geldiğimde nasıl dikiliyorduysa önümde, yine öyle dikiliyordu. Bu koca şehre onunla başlamıştım, onunla bitirmeyi diledim. Ellerimiz aşağıda, kalabalığa kamufle olduğu için bileğimi okşadığını kimse görmüyordu. Söylediği şeye güldüm. 

"Çok acıktım," dedim sonra. "İnşallah Elçin tatlı diye tutturmaz. Tepesi atıktı sabah yine."

"Neden hep tepesi atık?" parmak ucu avucumun içini gıdıkladı. Kıyas çemberim dönüp duruyordu. Toprak dışarıda yüzüme zor bakıyor, gülümsemiyordu bile ancak Yüksel hiç çekinmeden dokunuyor, gözlerime parlak parlak bakıyordu. 

Omuz silktim cevap vermeden önce. "Bazen oluyor işte. Muzaffer abiyle de atışmışlar geceden herhalde. Kum torbasıyım anlayacağın."

"Yakışıyorlar," dedi. "Muzaffer uzun zamandır bu kadar mutlu olmuyordu. Onlar adına mutluyum. Düğünlerine gideriz inşallah."

Bu dediği kalbimi çarptırdı. Elçin'le Muzaffer abinin düğününe birlikte gitmekten mi bahsediyordu? İçimdeki bakire ağlamaya başladı.

"Elçin çocuk ismi bile düşündü," duracak butonuna bastım. "Seneye torununa patik örmeye bile başlayabilir." Gülerek indik otobüsten. Öğle yemeğini birlikte yiyelim demiştik ama denk gelmemişti, sabah da görememiştik birbirimizi çünkü ben çıkarken o uyuyordu hâlâ. Tüm gün arada mesajlaşarak geçirmiştik. Kolunu omzuma attı. 

"Yapışık ikiz gibiler," dedi güldükten sonra. Ama biz de öyleydik. Bu benzerlik bana kahkaha attırmıştı. Hava bugün uzun zaman sonra buruk bir güneş açmıştı ancak her an tadı kaçacak gibiydi. Telefonumu çıkartıp Elçin'in attığı mekanın ismine baktım. 

"Şu ileride," dedim yürümeye devam ederken. "Dönerciye girmişler." 

Bugün gideceğim ders iptal olunca buluşmaya karar vermiştik. Elçin'e olanları nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Ancak garip bir şekilde, Yüksel benimle ne zaman uğraşsa ya da ben ona ne zaman abi desem Muzaffer abi munzur bir ifadeyle gülüyordu. Yüksel abi de ona gülüyordu. 

"Selam," yanlarına vardığımızda gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Elçin gözünde kalplerle bana döndüğünde, karşısına otururken kaşlarımı kaldırdım. "Hayırdır? Beni bu kadar çok mu özledin?" Yüksel yanıma oturup kolunu sandalyeme yerleştirdi. Elçin ellerini yanaklarına yaslayıp kocaman güldü.

"Özledim ne var?" Yüksel abiyle aramızda gitti geldi bakışları. "Siz barıştınız mı?"

"Küs müydük?" Yüksel eliyle omzumu dürtüp sorduğunda ona döndüm. "Ben küs değildim."

"Sadece uyuzluk ediyordun," dedim sonra gülerek. Parmak uçları enseme yerleşti. Garson geldiğinde Muzaffer abi dört tane dürüm, dört tane de ayran istedi. "Zurna istemeyecek miydin?" diye sordum gülerek. O buruk akşam şimdi benim için sadece gülünecek şeylerle doluydu. Birkaç gereksiz saçma meselelerden konuştuk. Elçin kendisine yeni aldığı kazak ve pantolonunun fotoğrafını gösterdi. O esnada Yüksel parmaklarını çekmemiş, hareketlerine devam ediyordu. Kendimi konuya verip dikkatimi ondan uzak tutmaya çalışıyordum. 

"Barış," Elçin söyleyip bana doğru eğildiğinde artık sabredemediğimi düşündüm ve elini çekmesi için koluna vurdum. 

"Yapma," dedim gözlerine bakıp. Kaşlarını kaldırdı ama yapmaya devam etti. "Efendim? Söyle bakalım kim kiminle ne yapmış?"

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin