özel5: zamanın en parlak yeri

859 93 21
                                    

ZAMAN ATLAMASI ALERT: 1 SENE SONRA MART 22

*

"Çirkinim!" dedim kollarımı yüzüme kapatırken. "Bakıp durma!"

Güçlü parmakları bileklerime dolanıp nazik ancak ısrarcı bir şekilde ayırdığında kollarımı, kahveleri gülerek bakıyordu. "Çirkin falan değilsin saçmalama, hadi lütfen Barış ya!"

Askerden döneli bir ay oluyordu ve saçlarım hâlâ doğru düzgün uzamamıştı. Özgüvenimin zaten yerin dibinde oluşu yetmiyor gibi bir de bunalım geçiriyordum durmadan. Kendimi aşırı yetersiz ve düşük hissediyordum. Ancak Yüksel daha fazla direnmeme müsaade etmeyip bacaklarıma oturdu ve ellerimi başımın üzerine birleştirdi.

"Lütfen," gözlerimi gözlerinden kaçırdım. "Gerçekten kendimi çok kötü hissediyorum."

"Seni saçlarından dolayı sevmiyorum Barış, artık saçmalamayı kes." gözlerine baktım. Gülümseyip başını omzuna yatırdı. "Sana bir sürprizim var. İki aydır bunu bekliyorum, gerçekten sabırsızlanıyorum sana göstermek için."

Gözlerinin içi parlıyordu konuşurken. Heyecanı bana bulaşırken ne diyeceğimi bilemez halde baktım yüzüne. "Hazırlan hadi gidelim."

Yarım saat sonra altımda bir jean, üzerimde tişört ve kafamda şapkamla hazırdım. Mart yarı yarıya sıcak geçiyordu; hava çok güzel ve melodik bir neşe saçıyordu. Evin kapısını kilitlerken "Nereye gidiyoruz peki?" diye sordum.

"Gidince görürsün, hadi."

Kaç durak gittiğimizi bilmiyordum ama büyük bir parkın en ucuna geldiğimizde çoktan bir saat geçmişti. Her yerde insanlar vardı; koşturup gülüşüyorlar, eğleniyorlar, havanın tadını çıkartıyorlardı. Kolunu omzuma atıp bir yere sürüklemeye başladığında başımdaki şapkamın ucunu kaldırdım biraz.

"Ne kadar gidiyoruz peki?"

"Şuradaki büyük ağacı görüyor musun?" parmağıyla işaret ettiği tepeye baktım. Gerçekten çok büyük, masalsı bir ağaçtı. Önünde arka arkaya iki tane bank vardı ancak ikisi de boştu. "Oraya çıkacağız."

Bir şey konuşmadan ağır ağır oraya tırmandık. Yüksel'in heyecanı benim avuç içlerime kadar bulaşıyordu ve çok merak ediyordum buraya neden geldiğimizi. "Benden ayrılmayacaksın değil mi?" diye sorduğumda güldü ancak ben gülememiştim.

"Senden ayrılacak olsam seni neden ağacın altına kadar getireyim? Saçmalama tabii ki ayrılmayacağım."

Yine de içime sinmemişti. En sonunda vardığımızda, önce banka oturup biraz dinlendik. Buradan deniz görünüyordu biraz, manzara harikaydı. Güneş batmaya niyetleniyordu artık; içime çöken sebepsiz hüzne bir anlam veremedim ama manzaradan olduğunu düşündüm. İç geçirip Yüksel'e döndüğümde o da manzaraya bakıyordu.

"Burayı internette gördüm geçen ay," dedi gözlerini ayırmazken. "Şubat bile olsa, manzara harika görünüyor buradan. Akşam da olsa, sabah da olsa güzel."

Geri manzaraya döndüm. Sırtımı yasladığım bank biraz serindi ve kollarımı üşütmüştü ancak yine de, güzel hissediyordum. Kalbimi ağrıtan şeyin güneş olduğunu biliyordum, öyle güzeldi ki baktıkça acıtıyordu.

"Senin gibi," dedi sonra, dakikalar eriyip gidince. "Sen de böyle hep güzelsin işte. Akşam sabah demeden, yaz kış demeden."

Ona döndüğümde bana baktı ve gülümsedi. İçimden neden ağlamak geliyordu bilmiyordum ama tuttum kendimi. Gülümsediğimde bana doğru çevirdi bedenini. Önce uzun uzun baktı, sonra ellerini yüzüne kapatıp güldü. "Bunu defalarca tekrar etmiştim ama uçtu gitti hepsi."

Nabzım bileğimi zorlarken uzun ve stresli bir nefes çektim içime. İçimde bir yerlere gömdüğüm güvenilmez panik duygusu yeniden nüksediyordu içimde. Yeniden gözlerime döndüğünde bu sefer ellerini üzerindeki ceketin ceplerine soktu. "En iyisi göstereyim, sonra yolunu bulurum herhalde."

Cebinden küçük kare bir kutu çıkarttığında, bakışlarımı manzara çevirdim hemen. Kalbim gelmişti ağzıma kadar ve gözyaşlarım gözlerimi yakıyordu. Derin derin solusam bile sanki yetmiyordu oksijen, sanki bir anda hepsi yok olmuş da bana hiçbir şey kalmamıştı. Yerimden kalkıp iki adımda ağacın oraya vardım ve ellerimi dayadım. Kusacak mıydım? Heyecandan içim bükülüyordu sanki.

"İyi misin?" diye kıkırdadığında başımı geriye atıp uzun bir nefes çektim içime. "Dur daha hiçbir şey dememiştim. Daha görmedin bile."

Geri yanına döndüğümde konuşamayacak kadar tutulmuştum. Avucunu üşümüş yanağıma yaslayıp elmacığımı okşadı ve sonra yeniden kutuyu aldı eline. "Daha fazla beklenmiyor," dedi. "Yani ben bekleyemiyorum." Kutunun kapağını kaldırdığında iki tane alyans parlıyordu.

"Ben ne diyeceğimi bilemiyorum şu an," dedim sol gözümden akan yaşı silip. "Yüksel ben-"

"Evlen benimle."

Gözlerine baktığımda orada sadece kendimi gördüm. Ruhuna da baksam, kalbine de baksam orada ben vardım. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp yüzümü kapattım buz kesmiş parmaklarımla. Hayatım boyunca ağlamıştım ancak Yüksel, beni sadece mutluluktan ağlatıyordu. Ne zaman içimdeki duygu yoğunluğundan ağlıyor olsam ucu onun gönlüne bağlı oluyordu. Yaşlarımı silip geri ona döndüğümde gözleri doluydu. Kutuyu alıp yüzüklere baktığımda ikisinin de üzerinde şekil vardı. Birinde güneş diğerinde ay.

"Bunlar?"

Uzanıp üzerinde güneş olanı aldı ve sol elimin parmağına taktı ağır ağır. "Sen güneşsin," dedi. "Sen hep parlaksın, hep güzelsin, hep tepedesin." Diğerini de alıp kendi parmağına taktığında ben hâlâ alyansımı inceliyordum. "Bense ayım. Sen yokken sönüğüm, sen yokken asla yokum, sadece senin varlığınla var oluyorum."

"Yüksel," gülüp yaşlarımı sildim bir kere daha. "Buradan acile gideceğiz böyle giderse."

Güldü. Ancak parmağıma bir şeyler batıyor gibi hissediyordum. Yüzüğü çıkarttım ve içine baktım; bir kazan kaynar su başımdan aşağı boca olurken bu sefer hıçkırıklarımı tutamamıştım. Bir insanın yüreği bu kadar sevilmeyi kaldırabilir miydi? Bir insanın ruhu bu kadar sağlam kalabilir miydi? Gözlerimi temizleyip yüzüğümün içindeki minik gezegenlere baktım. Ufacıklardı ve bir başkası baksa ne olduğunu belki tek seferde anlamazdı ancak ben biliyordum.

"Sen beni çok seviyorsun," dedim elimin tersiyle akan burnumu silerken. "Sen beni çok seviyorsun Yüksel."

Güldü ve başını salladı. Uzanıp dudaklarından öptüm ancak uzun süreli değil de daha çok anı mühürlemek içindi. "Ben de seni çok seviyorum. Nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun."

"Biliyorum," boynumu okşadı parmakları. "Biliyorum sevgilim."

"Benden önce ölme Yüksel," kalbim daha sancırken iç çektim. "Lütfen benden önce ölme tamam mı? Eğer öleceksen önce beni öldür çünkü senin yokluğuna nasıl katlanırım bilmiyorum."

"Söz," dedi gülerken ama gözlerinde yaşlar parlıyordu. "Söz veriyorum."

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin