part 2; altın anka'nın gümüş kanı

1.7K 210 104
                                    

Tecrübesizlik.

İnsanı uçurumdan iten buydu, tecrübesizlikti. Kendimi o kadar sakınmıştım ki böylesine büyük bir acıyla nasıl başa çıkılır bilmiyordum şimdi. İçimin yüklü bulutlarından kan yağıyor, bataklığımı kızıla çeviriyordu. İçime yayılan kan kokusuna ise tahammül edemiyordum artık.

Beni üzen şey şüpheniz ki aldatılmış ve hatta aldatmış olmaktı. Kandırılmış olduğumu bu kadar derinden hissetmekti. Zaten bir şeylerin farkındaydım ancak bu kadar ileri gideceğini asla düşünememiştim. 

O günün üstünden bir hafta geçmişti. Sadece uyuyor, uyanıyor, derslere gidiyor ve ölmeyecek kadar da olsa karnımı doyuruyordum. Kimseyle konuşmuyordum, kimseye gülmüyordum. İhanetin zehrine bulanmış her bir iğne, onun dokunduğu yerlerimdeydi. Ne kadar keselenirsem keseleneyim çıkmıyordu. Yine de kalbim hâlâ atıyordu. En çok da ona şaşırıyordum zaten. Bunca acıya rağmen nasıl hâlâ atabilir, nasıl hâlâ sıcak kalabilirdi? Hayatın soğuğundan etkilenmiyordu. Nihayetinde boş organdı işte; ona acıyı yükleyen ruhumdu ve orası artık ziyaret edilemeyecek kadar ıssızdı. 

"Bu akşam dışarıda mı yesek ya?" diye sordu Enes abi, hiçbir şeyden haberi yoktu. Ömür'ün bana attığı matematik sorularını çözüyordum. Muzaffer abi de karşıma oturmuş kitabından bir şeyler çalışıyor çiziktiriyordu. Yüksel abi ise banyodaydı. Bu sefer onunla ben konuşmuyordum çünkü ona çok kızgındım. Bunca acımın ortasında, hâlâ ona ihtiyaç duyduğum için çok kızgındım ona. 

"Ben gelmeyeceğim," dedim. "Param yok." Yalandı; hayatımdaki tek düzlük maddi durumumdu şu an. Muzaffer abi de bunu bildiği için, "Ben de gelemem ders çalışmam lazım."

"Okey," dedi y harfini uzatıp. Yatağından kalkıp dolabının karşısına geçti. "Ben de sınıftan birilerini ayartayım." 

Kafamı tamamen sorulara verdim. Kendimi sadece bu şekilde duymazdan gelebiliyordum. Kafamın içindeki kaosu sadece böyle durdurabiliyordum. Şok kısmını atlatmıştım sadece ihanetin o azılı sancısı vardı içimde. Bir türlü yediremiyordum kendime bunu. 

Enes abi çıktıktan sonra Muzaffer abi önümdeki kağıdı çekti yavaşça. Bakışlarımı ona çevirdim; bana çok hassas davranıyorlardı, sanki daha fazla kırılabilirmişim gibi kırılmamdan korkuyorlardı. "Biz de yemeğe gidelim mi? Acıkmadın mı? Kahvaltıyla duruyorsun."

Günler sonra ilk kez acıkmışlık hissi bu kadar bastırdı. Açtım. Kafamı salladım. "Tamam, Yüksel çıksın gideriz."  Gözleri yüzümde dolandı. Bir şey demedim ya da tepki vermedim. Ondan kaçmıyordum ama onunla konuşmamayı tercih ediyordum. Kafamı sallayıp geri sorularıma döndüm. Elçin durmadan mesaj atıyor beni yokluyordu. Kendimi öldüreceğimden korktuğunu söylemişti. İstemiyorum değildi, istiyordum. Yine de bunu durduran bir şey vardı içimde. Onun gibi iğrenç birinin uğruna canıma kıymak istemiyordum. Canım, bundan değersiz değildi. Kimse bana hayatımın, canıma batan kıymıklardan daha değerli olduğunu söylememişti belki ama ben inanıyordum ki bu kadar ucuz değildi hayat. Olmamalıydı. 

Bir süre sonra Yüksel abi banyodan çıktı. "Saçlarını kurut da yemeğe gidelim," dedi Muzaffer abi. İçimden ona bakmak gelse bile kendimi tuttum. Onaylar mırıltılar çıkarttı. Soruları çözmeyi bırakıp arkama yaslandım diğer yandan Elçin'e iyi olduğuma dair yüz ellinci mesajımı atarken. Ne kadar acınası görünmüştüm kim bilir ki beni böyle çekip gidecekmişim gibi görüyorlardı. 

Ömür'e de yemeğe gideceğimi, soruların bekleyeceğini yazdım. Annem seni özledi, aramıyormuşsun haberin olsun kırılıyor yazmıştı sonra. Eğer arasam öldüğümü hisseder miydi? Anneler hissederdi değil mi? İç geçirdim. Ağlayacak kadar bile hüzün kalmamıştı içimde artık. Bataklığım donmaya yüz tutuyordu. Arayacağım yazdım sadece. Cevap olarak Şukufe'nin öfkeli bakan bir fotoğrafını attı. 

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin