kanlı şah, ölü mat

1.7K 213 142
                                    

Dışarıda inanılmaz şiddetli bir yağmur başlamıştı biz yemeğimizi yedikten sonra. İçimdeki ağırlık azalmak bir yana, her yağmur damlasıyla birlikte daha da artıyordu sanki. Bir felaketin habercisiymiş gibi kapılarımı yumrukluyordu. Şöminenin karşısındaki koltuğa kurulmuştuk şimdi. Çok konuşmuyorduk çünkü ne zaman konuşsak sonu kavgayla bitiyordu. 

Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri , öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.

Son iki haftadır kafamda sadece bu dönüyordu. O kadar hızlı bir şekilde birbirimize karışmıştık ki, artık birbirimize katacak hiçbir şey kalmamıştı. Zira öyle hızlı gitmiştik ki bu yolu, rüzgar üzerimizi örttüğümüz yalancı örtülerimi açmış, bize gerçekleri göstermişti. Artık görüyordum. Bunun aşk değil de geçici bir hayranlık, hızlı yaşanmış bir tutku olduğunu görebiliyordum. Sadece canım yanıyordu ve ben bu duyguyla baş edemiyordum artık. Yalnızlığımda ölmeyi tercih edecek kadar yormuştu bu ilişki beni.

Bir şey beklemiyorum en başından beri. Çünkü zaten bu ilişkinin doğru olmadığı çok açıktı. Benim içimde büyüyen hayranlık onu da yolundan çevirmişti. Neydi onu bu kadar etkileyen bilmiyordum fakat zaten merak da etmiyordum. Artık merak etmiyordum. Elimden tutması gerekirken bileğimi kırıyordu. Beni, sevgisizlik açılığımla suçlayıp olayı bir şekilde kendine çevirmeyi başarıyordu. Bana kendimi suçlu hissettiriyordu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu bana. Gözlerim ateşin üzerindeydi ve keşke alevleri beynimdeki düşünceleri yakabilseydi. 

"Hiç," dedim ona dönmeden. "Dalmışım." Yerinden kalkıp kendine bir bardak şarap aldı. Alkolden nefret ediyordum, kokusu beni tiksindiriyordu. "İçmesen olmaz mı?" diye sordum ama bir yudum almıştı bile. Yanıma oturup gözlerime baktı. 

"Neden?"

"Biliyorsun sevmiyorum kokusunu." Umursamadı. Sadece basit bir ricam bile ona çok geliyordu bazen. Hızlı giden atın boku seyrek düşer, diyordu Elçin hep. Buydu demek ki. "Afiyet olsun," dedim ters ters. 

"Sevişmek istiyorum seninle. Neden kaçıp duruyorsun?" Buydu, tek derdi buydu. Sen hazır olana kadar, bana inanana kadar bekleyelim diyen adamın tek düşünebildiği buydu artık. Ancak bu sefer tenimi onunkiyle yakmayacaktım. Onu tatmin etmeyecektim artık. 

"İstemiyorum," dedim birden. 

"Ne demek istemiyorum?" 

"İstemiyorum Toprak," gözlerimi yeniden şömineye çevirdim. "Sevişmek istemiyorum."

Bardağı kafasına dikip yanına, yere koydu. Yüzüne bakmaya çekiniyor, korkuyordum. Bu  gece, sanki yarın olmayacakmış gibi hissediyordum. Sanki bu gece ölecek, güneşi göremeyecek gibi hissediyordum. İpi boynumda hissediyordum artık. Bana öyle bakıyordu ki biliyordum, altımdaki tabureyi itecekti. Kıracaktı boynumu ve kalbimin kırığını bastıracaktı. Ölmüş olacaktım. Ellerimden tuttuğunu düşündürtecekti bana ancak hayır, parmaklarımı kıracaktı. Kalbimi ısıttığını düşündürtecek fakat sonra yakacaktı. Renkleri içirmişti ve tek bir renk kalmıştı geriye. Onu hazırlıyordu bana süslü bir şişede. Ancak ben biliyordum ki süslü şeyler zehirliydi. Yine de parmaklarım şişeye uzanacaktı. Çünkü yanmam lazımdı. Kül olmam, sonra da o külden doğmam lazımdı.

"Ayrılmak istiyorum," dedim birden. Ölüm sessizliği oldu. 

"Ne?" 

"Ayrılmak istiyorum Toprak." Ona döndüm. Mavileri hiç olmadığı kadar sakin bakıyordu ve bundan korktum. Çünkü hırçın denizde yüzmeyeceğinizi bilir, yanaşmazdın ancak durgun deniz sürprizlerle dolu  olabiliyordu. Nefesimi tutup ne diyeceğin bekledim ama o sadece yüzüme bakıyordu. Bir şey demeyeceğine kanaat getirince gitmek için kalktım. Burada durmak istemiyordum daha fazla, nefesim daralıyordu. Çantama ulaşmıştım ki kalktığını duydum. Kalbim korkuyla çarpıyor, ense kökümü uyuşturuyordu.

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin