kurumuş dilek bahçesi

2.5K 259 182
                                    

"Bence bu soruyu,"  yanına formülü yazdım.  "Sen yapabilirsin. Azıcık uğraş bakalım." Elindeki kalemi parmaklarında çevirdi önce. Akıllı, hırslı bir kızdı Sibel. Ama matematikte çok kötüydü; bunu, aşırı basit bir soruyla yanında formül olmasına rağmen bakışmasından anlayabiliyordum. 

"Yapamayacağım galiba,"  dedi bana dönüp. Aynı Toprak'ınkilere benzer masmavi gözlere sahipti. Fakat onunla tek benzerliği de gözleriydi zira kalan hiçbir uzvunda onu göremiyordum.  "Başıma ağrı soktu. Bıraksak bu akşamlık?"

Telefonumun orta tuşuna bastım. "Daha yirmi dakikamız var, emin misin? Daha basit bir şey deneyebiliriz istersen?"  Gözlerime yalvarır gibi baktığında gülümseyip kapattım kitabı. Ev amerikan mutfak tasarımına sahip olduğu için salon komple yemek kokuyordu. Toprak, biz rahatsız olmayalım diye aspiratörü açmamayı tercih etmişti ama keşke tercih etseydi. Sibel kalemlerini toplarken ben de eşyalarımı toparladım.

"Bitirdik dayı,"  diye seslendi Toprak'a. Kalbim can çekişiyordu resmen. Ben eve geldiğimde Sibel çoktan gelmişti bu yüzden aramızda neredeyse hiç konuşma geçmedi. Biz salonda, büyük cam  sehpanın üzerinde çalışırken o mutfağa geçmişti. Üzerinde siyah düz bir tişört, altında siyah bir eşofmanla beni öldürecekti. Ev aynı onun gibi mentol kokuyor, vücudumdaki elektrik seviyesiyle oynuyordu. Mutfaktan çıkıp yanımıza geldi. 

"Gideyim ben hocam,"  dedim gözlerine bakıp. Ona hocam demekten nefret ediyordum. Onun da nefret edip etmediğini merak ettim. Ayaklanıp çantamı omzuma astım. "Geç oldu."

"Yemeğe kalsana Barış, seni ben bırakırım yurda."  İçim kanıyordu sanki. Aramızda yükselen o enerjiyi bastırmaya çalışmak bana çok zor geliyordu. "Evet kal," dedi Sibel heyecanlı bir sesle. "Düzgün tanışamadık bile. Lütfen."  Gülümsedi kocaman. Aşırı stresten yanakları kızarmıştı; bu hali beni güldürdü. 

"Tamam o halde,"  dedim. Çantamı geri yere bıraktığımda Sibel el çırpıp banyoya gideceğini, bizim sofraya geçebileceğimizi söyledi ve yanımızdan tüydü. 

"Sofrayı kurmamak için yaptığını biliyorum!"  diye seslendi Toprak arkasından. Evi çok güzeldi. Bir odası bir de salonu vardı ancak çok fazla genişti. Bir plazanın en üst katlarından birinde oturduğu için koca İzmir ayaklarının altında görünüyordu. Uzun, koyu kahverengi bir L koltuk bir de ufak kırık beyaz bir berjer vardı yalnızca salonda. Ortada duran koca cam sehpanın üzerinde ise bir tane adalet terazisi tutan kadın heykeli vardı. L koltuğun karşısına konumlanmış büyük televizyonunun etrafını harika bir kitaplık tamamlamıştı. Mutfak ise daha sadeydi; beyaz dolaplar, beyaz eşyalar, beyaz bir masa...

"Kalmayı kabul ettiğin için teşekkürler,"  dedi bana döndükten sonra. Gözüm bir ona, bir de arkasındaki duvara sabitlenmiş büyük kabartma dünya haritasına gidip geliyordu. Odanın içi çok sade, çok ferah görünüyordu ve bu beni bir şekilde kırık hissettirdi. Acaba diye geçirdim içimden, bir evim olsa nasıl olurdu? Ben de böyle tablolar asar mıydım? Ya da heykeller kullanır mıydım evimin içinde? Benim evim nasıl kokardı ki? Hüzünle dolsam da belli etmemek için gülümsedim.

"Rica ederim hocam, asıl davet ettiğiniz için ben teşekkür ederim."

"Hocam," diye fısıldadı ve kafasını salladı. Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı mutfağa çevirdim. Ne yemek pişirdiğini bir türlü anlamamıştım çünkü kokuların hepsi birbirine karışmıştı.  "Parayı siz çalışırken hesabına aktardım. Eğer az gelirs-"

"Hayır, gayet makul. Zaten tamamlayamadık bile. Biraz zorlanacak gibi duruyor çünkü en basit sorularda bile çok oyalanıyor."

"Öyledir, kalın kafalıdır azıcık. Anasına çekmiş işte."

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin