kurbağa prens

2.2K 241 75
                                    

Aynada bana bakan yüz, tamamen yabancı olduğum bir yüz değildi. Kaşımda, dudağımda hâlâ kanlı duran yaralarım vardı ve bunu zaten lisede de görmüştüm. Burnumun üzerinde çirkin çizikler doluydu. Elmacığım biraz mordu, bunu da biliyordum. Ellerimin üzeri, sırtım, karnım ve bacaklarım da yara doluydu. Muzaffer abi şikayetçi olmamı söylüyordu ama olamazdım çünkü ben de onu dövmüştüm. Oflayıp yüzümü yıkadım ve saçlarımı da suyla ıslatıp geriye doğru taradım. Kapı tıklatıldı. "İyi misin?" Muzaffer abiydi. Onu: "İyiyim, çıkıyorum," diye cevapladım. Peçeteyle, nazik olmaya çalışarak yüzümü sildim. Kapı açtığımda Muzaffer abi duvara yaslanmış kara kara bir şeyler düşünüyordu. 

"Ne oldu abi? Yüzün bok gibi."

Yüzüme bakıp ofladı. "Ne mi oldu?" dedi doğrulup. "Şu haline bak. Bir kamyon dayak yemişsin. Başın yanmasın diye elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz ona sinirim bozuluyor."

Yanından geçip masanın üzerinde duran eşyalarıma ilerledim. Hastaneden rapor alıp bugün tüm derslerimi ekmiştim ama kütüphaneye gitmem gerekiyordu. Karnımdaki ağrıyı çaktırmamaya çalıştım. "Elçin bir süre bilmesin," dedim Muzaffer abiye dönüp. Telefonumu ve cüzdanımı cebime soktum. "Şimdi panikler o akşam da çok korkmuştu. Sen onu oyala olur mu abi? Yoğun de yorgun de bir şey de."

"Tamam ama yine de,"  duraksadı ne diyeceğini bilemiyor gibi. Üzerimdeki siyah tişörtüm, altımdaki siyah kumaş pantolonum, siyah spor ayakkabılarım ve en son kafama taktığım siyah şapkamla sanki cenazeye gidiyordum. Başka bir şey konuşmadık; odadan çıkıp başım yerde koridoru arşınladım. Dayak yediğim için utanmıyordum ama kimse bana acısın istemiyordum açıkçası. Okula gidene kadar da kafamı kaldırmadım zaten yağmur çiselediği için herkes koşturuyordu, eminim ki dikkat çekmiyordum. 

Kara kara Toprak'ın odasına nasıl gireceğimi düşünüyordum şimdi. Hem yaşadıklarımız, hem de yediğim dayak yüzünden nasıl bir ortam oluşacak tahmin dahi edemiyordum. Tüm acılarımı bastıracak bir gerginlik vardı üzerimde. Merdivenleri ağır ağır çıktım, odasına tabiri caizse sürünerek gittim. İçeriden yine gülüşme sesleri geliyordu. Kapıyı tıklatıp kafamı kaldırmadan içeri girdim.  "Oo Barış, nasılsın? Derse de gelmedin bugün?"  Kimdi bilmiyordum ama sohbete tutması şart mıydı gerçekten. Kafamı doğru düzgün kaldırmadan ona gülümsedim.

"Uyuyakalmışım," dedim ama sesim çatlak çıkmıştı. Masanın üzerindeki kütüphane kağıdını önüme çektiğimde, Toprak işaret parmağını kağıdın üzerine bastırdı. Yüzüne bakmamı istiyordu fakat oda dolu olduğu için sesini de çıkartamıyordu. 

"Baya konu işlendi bugün," dedi yine. İşin aslı şu an umurumda bile değildi. Biraz zorlansam da uzanıp imzamı attım güçlükle. Karnım çok kötü ağrıyordu. "Sana atayım akşam. Harıl harıl not çıkartıyorsun." Doğruldum ama yüzüne bakmadım aksine yerde bir şey arıyor gibi yaptım.

"Sağol ya zahmet olmasın sana da."

"Yok oğlum ne zahmeti olacak. Bir çayını içeriz.

"Tamamdır," dedim hızlıca kafamı kaldırıp gülümsedim ve ne olduğunu anlayamadan çıktım odadan. O kadar not verecek bir de yüzüne bakmazsam egoist derdi arkamdan. Adımlarımın geldiğim hızın aksine havada süzülüyordu. Şimdi bir dünya soru soracaktı ne oldu kim yaptı bu ne...

Kütüphaneye girdiğimde bu kadar kalabalık olmasını beklemiyordum bu sefer. Vize haftası yaklaşıyordu malum, herkese ders çalışma aşkı anca gelmişti demek ki. "Oha ne oldu?" Mesut beni görünce omzumu dürttü. Zaten görmüş olduğu için, saklamadan ona döndüm. "Kavga mı ettin?"

"Sorma ya tatsız şeyler oldu azıcık. Bu ne kalabalık?"

"Vizeler," iç geçirdi. Telefonumu sessize alıp işimin başına geçtim. Whatsapp'tan mesaj vardı ama hiç açıp bakmak gelmiyordu içimden. Elçin buluşmak isteyecekti. Toprak neden yüzüme bakmadın diye soracaktı ve onları avutacak kadar enerjim yoktu. Kolumu yukarı kaldırmam gereken durumlarda ekstra zorlanıyordum zira karnımda ve sırtımda çürükler mevcuttu. 

Cehennem Sonesi (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin