Jaeyun
Nora'nın belirttiği kafeye ulaştığımda daha buluşma saatine kırk yedi dakika vardı. Bu kırk yedi dakika bana hem gerginliğimi üzerimden atmam, hem de Sunghoon'un saçma sapan tavırlarına karşı mental olarak hazırlanmam için fazlasıyla yeterdi. Kafenin pencere kenarında bulunan masalarından birine yerleştim. Kendimi bildim bileli alsa kafe ve ya restoranlarda ortada oturamazdım. Mutlaka duvara ve ya cama yakın oturmam gerekiyordu. Aksi takdirde geriliyordum ve ellerim titremeye başlıyordu. Sebebine çocukluk travması diyelim.
"Merhaba! Ne alırsınız?" nerdeyse benimle aynı yaşta görünen uzun, ince bir figür sordu. Sesindeki neşeli ton insanı mutlu edecek türdendi. Yakışıklı bir yüzü, güzel bir gülümsemesi vardı. Özellikle gözleri çok güzeldi. Yaka kartına baktım. Lee Heeseung.
"Aslında arkadaşlarımı bekliyorum." dedim utana sıkıla. Menüye bakmamıştım bile ne alabilirdim ki? Su mu? Ama daha arkadaşlarımın gelmesine de uzun zaman vardı. Ellerimden biri istemsizce saçlarımla oynamaya başlamıştı. Gerginken yaptığım bir şey daha.
"Pekala, bir şeye ihtiyacınız olursa bana seslenmeniz yeterli." Heeseung gülümseyerek uzaklaştı. Öyle bulaşıcı bir gülümsemesi vardı ki, kendimi arkasından aptal gibi gülümserken buldum. Yaptığım şeyin farklna vardığımda kendimi hemen toparladım ve gerginliğimi yatıştırmak için yanımda getirdiğim boyama kalemlerimi ve mandalamı çıkardım. Evet, boyama yapacaktım. Evde yapmam hiç bir işe yaramayacaktı çünkü lafeye ulaşır ulaşmaz telrar gerilecektim. Bu sebeple de nerdeyse bir çanta dolusu boyama kalemini ve çantama zor sığdırdığım mandalamı yanımda getirmiştim. Eminim kenardan ezik gibi gözüküyordum.
Erken geleceğine adım kadar emin olduğum Madeline, on beş dakika boyama yaparak tek başıma geçirdiğim sürenin sonunda "Merhaba, bebişim. Erken geleceğini biliyordum." diyerek hemen karşıma yerleşmişti. Bu kıza bayılıyordum.
Benim aksime oturur oturmaz menüyü incelemeye başlamıştı. Heeseung, arkadaşımın nihayet geldiğini farketmiş olacak ki, tekrar masaya yaklaştı. Gülümsemesi hala daha suratındaydı. Sevimli.
"Merhaba! Ne alırsınız?" tekrar aynı neşesiyle sordu. Heeseung'ı tanımıyordum, bu kafeye hayatımda ilk kez geliyordum ama onun burasının favori çalışanı olduğundan eminim.
Madeline gülümsedi. Normalde bunu pek yapmazdı. Heeseung'ın gülümsemesi ona da bulaşmış olmalıydı.
"Ben bir limonata alacağım. Çocuğum için de çikolatalı milkshake lütfen."
Çocuk mu?
"Hey," dedim aniden sessizliğimi bozarak. "Ben çocuk değilim!" kaşlarımı çattım ve kalemimi masaya bırakarak koltukta geriye yaslandım. Bir de utanmadan kollarımı göğüsümde birleştirmiştim. Evet, sen çocuk değilsin, Jaeyun, aynen.
Tavrım hem Madeline'ı, hem de siparişimizi not alırken benim çocukca tavrıma şahit olan Heeseung'ı kıkırdatdı.
"Genelde böyle midir?" dedi kıkırdamalarının arasından. Heeseung, bunu Madeline'a sormuştu ama daha kız cevap veremeden kendim araya girdim.
"Nasılmışım ki?" resmen çıkıştım. Sesim biraz kaba çıkmış olacak ki, kıkırdamayı kesti. Beni aptla biri olarak görüyor olmalıydı.
"Şirin." dedi tekrar gülümseyerek."Siparişlerinizi hemen getireceğim."
Yanaklarımın yanmaya başladığını hissettim. Tüm vücudumdan bir elektrik dalgası geçiyor gibiydi.
"Vay canına." dedi Mads şaşkınlıkla. "Kızarıyorsun, bebişim."
Bu konu üzerine daha fazla konuşmamak adına mandalamı boyamaya geri döndüm. Daha fazla konuşmak daha fazla kızarmak demekti. Ve kesinlike Sunghoon ile olan "randevum" boyunca yürüyen bir domates gibi görünmek istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heaven' jakehoon
FanfictionO, en yakın arkadaşım. O, çocukluk arkadaşım. Kendisine sürekli bunları hatırlattı. Fakat belli ki, her an göğüs kafesini yırtıp çıkabilecekmiş gibi atan kalbi, tam aksini düşünüyordu. [friends to 'enemies' to lovers] Park Sunghoon x Sim Jaeyun