Aradan günler geçti. Sessiz, anlamlı olmaktan çok uzak günler. Tarihler benim için anlamını yitirmişti. Hangi günde olduğumuzu, hangi tarihte olduğumuzu bile bilmiyordum artık. Her gün buraya, Sunghoon ile tanıştığımız parka gelip duruyordum. Mahkeme yarın. Elim kolum bağlanmış artık. Ne istediğimi, ne olacağını bilmiyorum. Bilmek ister miyim orası da şüpheli. İstediğim tek şey, günler önce terk etmiş olduğum adamdan başkası değil. Benim emin olduğum tek şey o ve ona olan sevgim. Kimse de bir şey sormuyor. Ne annem, ne Riki, ne arkadaşlarım. Sormaya korkuyorlar sanırım.
Yüzüm ifadesiz ve ağlamaktan gözaltlarım morarmaya yüz tutmuş. Berbat bir haldeyim. Çökmüşüm. Mahvolmuşum. Sanki ruhum çoktan bir mezara konulmuş ama bedenim avare bir şekilde dışarılarda dolaşıyor. İnsanlar arasına karışmış, hissleri söküp alınmış bir ölüyüm sanki. Tepkisiz, önemsiz, sevgisiz bir ölü.
Sunghoon'u aramaya ne yüzüm vardı, ne de ona geri dönmeyi kaldıracak gücüm. Bilmiyordum. Her şeyi nasıl halledeceğimi bilmiyordum.
"Jaeyun, oğlum?" tanıdık bir ses beni seslediğinde dönüp bankta oturan yaşlı kadına baktım. Ona doğru döndüğümü görünce ayaklanarak bana yaklaştı ve kollarımı açarak kadlna sarıldım. "Ay bir an yanlış gördüm sandım. Koca şehirde snei bulduğuma çok mutluyum"
"Ae Cha nine, ne güzel tesadüf. Ne yapıyorsunuz buralarda?" diye sordum gülümsemeye çalışarak. Gülümseyemeyecek kadar kötü hissediyordum.
"Torunumun mezuniyeti için geldim." dedi gülümseyerek. "Ee, Sunghoon nerede?"
"Bilmiyorum." kaşları çatıldığında konuşmaya devam ettim. "Biz ayrıldık."
"Ah, güzel evladım." diye hayıflandı. "Aşkınız mı bitti ya da aldatma durumu falan mı var?"
Koluma girip beni bir kaç dakika önce oturmuş olduğu banka sürükledi ve ikimiz yan yana oturduk. İlgiyle bana baktı. "Hiç biri değil." dedim.
Büyük çantasını karıştırarak içinden çikolatalı bir donut çıkardı. Plastik kabı açarak içinden donutu çıkardı ve eliyle ikiye böldü. Büyük parçayı bana uzatarak gülümsedi. "Anlatmak ister misin?"
Sanki günlerdir duymaya ihtiyacım olan tek soru buymuş gibi anında dökülüverdim. Yanaklarım anında ıslanırken, en başından beri olayları anlattım. Babamı, Sunghoon'u, Heeseung'ı, en ince detayına kadar döküldüm. Ae Cha nine beni hiç bölmeden dinledi, ara sıra göz yaşlarımı sildi.
"İyi de çocuğum, Sunghoon hiç bir şey yapmamış ki." dedi. Daha çok ağlamaya başladım. "Biliyorum." diye mırıldandım. "Ama Sunghoon ile beraber olursam babama haksızlık ederim gibi geliyor. Sonuçta ortada Heeseung var."
"Saçmalık." dedi Ae Cha nine. "Babana asıl kendini mutsuzluğa iterek haksızlık edersin."
"Aşk çok karışık. Sanki sürekli bir sorun çıkıyor, bir şeyler illa güzel şeyleri engelliyor."
"Biliyor musun, eşimle evlenmeden önce nişanlıydım. Nişanlımı babam seçmişti ve karşı çıkma fırsatı sunmamıştı bana. Babama karşı çıkmak istemiyordum ama kalbimi çoktan bir başkasına kaptırmıştım. Düğünümden bir hafta önce beraber zaman geçirdik. Aslında o gün bizim son buluşmamız olması gerekiyordu ama o sabah yanında uyandım ve uykulu yüzünü görür görmez şöyle dedim; vay canına. Ölene kadar görmek istediğim tek yüz bu sanırım. Sonra bir katedralde gizlice evlendik." dedi donutundan bir ısırık alarak. "Bu hikayeyi sana anlatma sebebim şu, çocuğum ; aşk bu kadar basittir. Eşimle evlenmeye karar verdiğimde, beni bekleyen bir sıra zorlukları olduğunu biliyordum ama yine de ona evet dedim. Çünkü sahip güzelliğe sırtımı dönmek istemedim. Aşk birbirinizi anladığınız sürece aslında çok basit."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heaven' jakehoon
FanfictionO, en yakın arkadaşım. O, çocukluk arkadaşım. Kendisine sürekli bunları hatırlattı. Fakat belli ki, her an göğüs kafesini yırtıp çıkabilecekmiş gibi atan kalbi, tam aksini düşünüyordu. [friends to 'enemies' to lovers] Park Sunghoon x Sim Jaeyun