"Selam, Mads." diye selamladım sinemanın önünde bekleyen uzun figürü. Bana sıcak bir sarılma bahşetti. Yanağıma bir öpücük kondurdu. Her zamanki Madeline halleriydi bu ve beni gülümsetiyordu. Hepimizle adeta bir anneymiş gibi ilgilenirdi. Şirin.
"İnanamayacaksın ama diğerleri de bugün geliyor."
Şaşkınca ona baktım. Diğerleri dediği umarım arkadaş grubumuz değildi çünkü eğer durum buysa ortama tam bir kaos hakim olurdu. Yanlış anladığımı umarak tam ağzımı soru sorman için açmıştım ki, biri nerdeyse sırtıma atladı. Tahmin etmek zor değil, çünkü bunu yapan hep Jeongin.
"Selam, hyung!" neşeli sesi boş sokağı doldurdu. Gülümseyerek saçlarını karıştırdım. Jeongin neşe dolu, iyimser bir çocuktu. Enerjisi sizi de anında gülümsetiyordu.
Bir kaç dakika sonra Nora, Mark ve Donghyuck da bize katıldı. Filmin saati yaklaşıyordu ve tahmin edebileceğiniz üzere geç kalan kişi sadece Sunghoon. Onu dışarıda beklemek yerine içeriye geçtik. Geri kalanlar şekerli mısırı tercih ettiklerinden sadece Jeongin ve kendime tuzlu patlamış mısır aldım. Nora bana ait bileti elime tutuşturdu, diğerleriniyse bilet almaları adına kasaya yönlendirdi. Bu kızın liderlik anlayışı farklı bir seviyedeydi. Ayrıca oldukça tatmin ediciydi. Grubumuz hep başsız bir koyun sürüsü gibiydi ve Nora'nın bizlere eşlik etmesi bu açıdan oldukça hoştu. Ayrıca Madeline'ın Nora'da gezen ışıldayan bakışlarını yakalamam çok da zor değildi.
"Bakışların gözümden kaçmadı, Mads, bunu konuşacağız." dedim sessizce fısıldayarak. Yavaş adımlarla sinema salonuna yürüdük. Sunghoon hala daha ortalıkta gözükmüyordu. Yine de sorun değildi, çünkü Nora onun biletini çoktan kendisine vermiş.
Biletleri geç aldıkları için arkadaşlarım, benim oturduğum en orta sıraya değil de ön sıralara doğru ilerlerken sessizce yerime geçtim. Bir gerilim filmiydi. Güzel.
"Diğerleri nerede?" Sunghoon aniden kendini yanımdaki boş koltuğa attığında sıçradım. Elimi kalbimin üzerine yerleştirdiğimde sırıtıyordu. Pislik. Ukala pislik!
"En ön sırada oturuyorlar." dedim kendimi sakinleştirdiğimde. Cevap vermedi, sadece kafasını sallamakla yetindi. Aranızdakı uzun süredir devam eden gerginlik yetmiyormuş gibi bir de dün olanlar çıkmıştı ortaya. Ona karşı nasıl bir tavır almam gerektiğini, ne söylemeli olduğumu bilmiyordum. Sunghoon ve benim aramdakı ipler daha da düğümlenirken, ben sadece izleyebiliyordum. Gerçi o, bir pislik olmaya devam edeceğini söylemişti. Bu yüzden o nasıl davranırsa öyle davranacaktım.
Sunghoon, daha film başlamadığından telefonuyla oynuyordu. Daha doğrusu birileriyle yazışıyordu. Merakıma yenik düştüm ve kendimi tekefonuna bakarken buldum. Anında kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Ve istemsizce bir soru döküldü dudaklarımdan. "Junseo ile hala konuşuyor musun?"
Telefon ekranını kilitledi. Kafasını çok yavaş bir biçimde telefondan kaldırdı ve yüzüme çevirdi. Sinirli bir yüz ifadesi görmeyi beklemiştim ya da nasıl desem rahatsız olmuş. Fakat yüzü normaldi. Dümdüz bana bakıyor, gözleri hiç bir duygu barındırmıyordu. Omuzlarını silkti. Vay canına, cevap vermesini bile beklemiyordum.
"Ara sıra konuşuyoruz. Sevgililik olayından ziyaede ikimizin farklı bağlantıları da var."
Sorma. Sormamalısın. Seni ilgilendirme, Jaeyun.
"Ne gibi bağlantılar?"
Aptal, Jaeyun.
Yüzünde ses tonumdan ve yüzümden keyif aldığını gösteren bir ifade vardı. Hoş, yüz ifademi göremiyordum ama eminim ki, gördüğü şey aptalcaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heaven' jakehoon
FanfictionO, en yakın arkadaşım. O, çocukluk arkadaşım. Kendisine sürekli bunları hatırlattı. Fakat belli ki, her an göğüs kafesini yırtıp çıkabilecekmiş gibi atan kalbi, tam aksini düşünüyordu. [friends to 'enemies' to lovers] Park Sunghoon x Sim Jaeyun