"Siz arabada bekleyin. Hemen ilaçları alıp geleceğim." Jaeyun'un oldukça benzediği babası arabadan inmeden önce, bir kaç gün önce bacağını kırmış olan oğlunun saçlarını okşuyor. Eşine gülümsüyor. Son bir kez. Yolun öbür tarafında bulunan eczaneye doğru dikkatlice adımlıyor. Güzel bir gün geçirmiş olan, mutlu Jaeyun arabanın penceresinden eczaneye giden babasını izliyor.
Her şey ışık hızında gelişiyor. Bir göz kırpımında siyah bir araba hızla babasına çarpıyor. Babasının vücudu çarpmanın hızıyla savrulurken, araba hiç durma zahmetine girmiyor. Jaeyum daha gördüklerinin şokunu atlatamadan, annesi arabadan fırlıyor. İnsanlar yardım için koşuyor. Bir kaç dakika içerisinde ambulans ve polis arabaları da geliyor. Fakat, çok geç. Babası artık çoktan son nefesini vermiş, ona çarpan araba çoktan uzaklaşmış.
Tamamen kaybolmuş on dört yaşındaki Jaeyun'u babasının artık cansız olan vücudundan çok zor ayırılıyor. O günden sonra her şey ışık hızındaki kazanın aksine çok yavaş ilerliyor. Babasının artık var olmadığı bir hayat, polislerle yapılan devamlı görüşmeler, araştırmalar, cenaze töreni, her şey acı verici bir yavaşlıkta ilerliyor. Özellikle de polis araştırması.
Araba plakasından kazayı yapan kişinin bulunması kısa sürüyor. Arabayı kullanan reşit olmayan bir genç. Genç, hemen alkol testine tabi tutuluyor ve sonuç kısa sürede geliyor. Hız sınırının aşılması, gencin reşit olmaması yetmiyormuş gibi bir de arabayı kullanırken sarhoş. Tüm bunlara rağmen genç adam hiç bir cezaya tabi tutulmuyor. Bilirsiniz, bağlantılar. Jaeyun'un hafızasında karakolda sadece bir kez karşılaştığı on altı yaşındakı gencin suratı artık çok silik bir hatıra. Tıpkı babasının sesi, yüzü, varlığı gibi.
Yaşananlardan sonra herkes hayatına bir şekilde devam etmeye çalışıyor. Bazıları yaptıklarının ağırlığı altına ezilerek, bazılarıysa çok sevdiği insanın yokluğuna uyum sağlamaya çalışarak.
"Merhaba, anne. Ben geldim." kapıdan içeri girdiğimde dergi okuyan annemi selamlıyorum. Dergiyi bir kenara bırakıp, yanıma geliyor. Sıcak bir sarılma bahşediyor bana. Yaklaşık yarım saat önce Sunghoon ile olanlardan sonra bu sarılma resmen tüm dertlerimi çekip alıyor.
"Hoşgeldin, bebeğim. Aç mısın?"
Kafamı olumsuz anlamda salladım. İştahım son zamanlarda yok denecek kadar açtı. Annem narince bileğimi kavrıyor ve beni koltuğa, yanına oturtuyor.
"Jaeyun, biliyorsun, yarın babanın doğum günü. Bu yüzden mezarını ziyaret etsek fena olmaz diye düşündüm."
Siktir. İşte bu unutmuş olduğum bir şeydi. Babamın doğum günü. Beraber kutlamayalı kaç sene olmuştu?
"Güzel düşünmüşsün, anne. Hem onunla konuşmayı özledim."
Annem gülümsedi, bana sımsıkı sarıldı. Kollarımı beline doladım. Babam gittikten sonra sadece ikimiz kalmıştık. Sanki inşa ettiğimiz toz pembe dünya başımıza yıkılmıştı ve bizi o yıkımdan kurtaracak bir birimiz dışında kimsemiz yoktu. Babam gitmişti ve ondan geriye sadece bir boşluk kalmıştı. Yine de, babamın doğum gününü unutarak ona ihanet etmişim gibi hissettim.
"Seni seviyorum, anne." annemin yanaklarına birer öpücük kondurdum ve sessiz adımlarla odama yürüdüm.
Mental olarak yorgundum ve mental yorgunluk fiziksel yorgunluktan çok daha ağırdı. Fiziksel yorgunluğun aksine mental yorgunluk yeterince uyuduğunuzda ve ya dinlendiğinizde geçmezdi. Mental yorgunluk bir anda gelirdi ve ondan sonra toparlanmanız çok zor olurdu.
Kendimi yatağıma sırt üstü attım. Küçükken babamla beraber tavana yapıştırdığımız neon yıldız çıkartmalarına baktım. Yüzümde istemsizce bir gülümseme oluştu. Babamın ölümünden sonra kendimi onun hakkında düşünemeyecek kadar meşgul etmiştim. Liseye girmiş, en iyi notları almış, gece gündüz ders çalışmıştım. Kendime boş bir zaman yaratmamıştım. Ya ders çalışıyordum, ya da arkadaşlarımla beraberdim. Eve geldiğim gibi direkt uyuyordum böylece düşünecek zamanım olmuyordu. Sonra üniversiteye geçmiştim ve bu alışkanlık devam etmişti. Yine de doğum günleri, şükran günü, yılbaşı akşamları gibi özel günlerde ve ya annemle çıktığım sayısız tatillerde onun boşluğu göz ardı edilemeyen acı bir gerçekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heaven' jakehoon
FanfictionO, en yakın arkadaşım. O, çocukluk arkadaşım. Kendisine sürekli bunları hatırlattı. Fakat belli ki, her an göğüs kafesini yırtıp çıkabilecekmiş gibi atan kalbi, tam aksini düşünüyordu. [friends to 'enemies' to lovers] Park Sunghoon x Sim Jaeyun