019

259 31 7
                                    

Henry 

 Perdeler ışığı yuttuğu için tam kestiremiyorum ama saat beş olmalı. Daha on beş dakika öncesine kadar yanına kıvrıldığım Eve'in üzerinde bakışlarımı gezdiriyorum. Gerçek değilmiş gibi geliyor. 

Beni kabul etti. 

Peter Ballard'ı. Henry Creel'ı. 

Beni. 

Kafamda sonsuz olasılıklar yüzüyor. Heyecandan uyuyamadım.

 Beni istiyor, hem de tüm yaşananlardan sonra. Neden şimdi karar verdi bilmiyorum. Theo, Isabella, Robin, Joe? Her kim buna sebep olduysa minnettarım. 

Bir kişi. Yalnızca bir kişinin bana inanması yeterliydi. 

Keşke onu yıllar önce bulabilseydim. 

İlişki muhabbeti aklıma gelince tuhaf bir his midemi kasıyor. Yıllarca girdiğim her ortamda ilgiyi üzerime çektim ama birine ihtiyaç duymadım. Eve'in dünyevi kalıplara hevesli olduğunu görebiliyorum, bunu kabullenmek benim için zor bir süreç. 

Süreç mi? Gerçekten diğerleri gibi davranmayı kabullleniyor muyum yani? Yutkunuyorum.

 Sanırım ben de taviz verebilirim, kaldı ki bu pek de zararlı gözükmüyor. İç çekiyorum. Hedeflediğim gibi hiç bozulmadan gitmiyorum ama buna da razıyım. 

 İyice uzamış saçlarına parmaklarımı doluyorum. Yumuşacık, tüy gibi. İçimdeki kasvet dağılıyor. Her şey yoluna girecekmiş gibi geliyor. 

"Tom Riddle!"

Kapı bir anda kırılırcasına açılınca olduğum yerde sıçrıyorum. Diğerlerinin de uyandığını hissediyorum. İçeri dört tane adam giriyor. Bellerindeki silahların namluları belli oluyor. Geriliyorum. 

"Bu saatte nasıl bizi rahatsız edebiliyorsunuz? Bu ne cüret?" diyorum şiddetle ayağa kalkarken. 

Biri öne çıkıyor. "Hemen yola çıkmamız gerekiyor, patronun talimatı." 

Kaşlarımı çatıyorum. "Bize böyle söylenmedi." 

"Patronun talimatı." diye üstüne basarak tekrarlıyor adam. İnanmaz bakışlarımı fark edince "Yüz dört numaralı viski. Acil durum." diyor uyarır gibi. Elinin silahın kabzasına uzandığını görüyorum. Açıkça beni tehdit ediyor. Sinirlerime hakim olmaya çalışıyorum. Saniyeler içinde onu gebertebilirim ama bu sefer de Rusya biletimiz yanar. Derin bir nefes alıyorum. 

"Kapının önünde bekleyin, beş dakikaya geliyoruz." 

Adam şüpheli bakışlarını yüzümde gezdiriyor. Ekibi emir beklercesine ona bakıyor. "Hadi!" diye üsteliyorum. Sonunda pes ediyor ve diğerlerine geri çekilmesini işaret ediyor. Kapı arkalarından çarparak kapanıyor. 

"Henry?" Gözleri faltaşı gibi açılmış Eve'in yanına yaklaşıyorum. "Ne oluyor?" 

"Bir şey yok," diyorum teskin edercesine. Aslında ben de endişeliyim ama onu telaşlandırmak istemem. "Herhalde erken gitmemiz gerekti." 

"Emin misin?" Robin'in keskin sesi odanın öbür ucundan ulaşıyor. Joe yattığı yerden bakışlarını Robin'e sabitleyince bir an bocalıyor. "Yani, patronun adamları olduğuna emin miyiz?" 

Duraksıyorum. "Parolayı biliyor, ismimi de. Zaten patron da yarın çıkacağımızı söylemişti." 

Kendimden emin durmaya çalışıyorum.

*

Sıkış tıkış bir vagonun içinde sarsılarak ilerlerken dumanı solumamaya çalışıyorum. Robin'le Eve'e göz atıyorum. Trenin tekdüze sarsıntısına çabuk alışmış olacaklar ki uyuyakaldılar. Joe'nun pencereden sızan ışığın altında belli olan kan çanağı gözlerini fark edince iç çekiyorum. Sessizleştiği için memnundum ama şimdi bu durum canımı sıkıyor. Boş gevezeliklerine sandığımdan daha çok alıştığımı fark ediyorum. 

"Anlatacak mısın artık?" 

Joe bakışlarını yüzüme çeviriyor. "Neyi?" diyor boş bir sesle. Eve'in her şeyi anladığı günkü halim aklıma geliyor. "Kavga etmişsiniz." 

"Barışmışsınız." Yüzünde cansız bir gülümseme beliriyor. "Sevindim." 

Sessizliği dağıtmak istiyorum. "Günlerce bana taktik veren adama ne oldu?" diyorum zoraki bir şekilde.

Cevap vermiyor. "Zihnine girmemi istemiyorsan çabuk ol," diye üsteliyorum kendimi tutamayıp. Ters bakışlar fırlatıyor.

 Bir an sessizlik oluyor. 

"Tahmin edildiği üzere beni gerizekalı, işe yaramaz biri olarak görüyor." diyor isteksizce. Cümlenin sonuna doğru sesi kırılır gibi oluyor. Gözlerinin dolduğunu fark edince geriliyorum.

 Söylemesi için baskı yaptım ama şimdi nasıl teselli edeceğimi bilmiyorum. İnsani ilişkilerden itinayla uzak duran biriyken neden onu zorladığımı, dahası neden ona acıdığımı anlayamıyorum. Benim gibi olmayan herkese acırım, ama bu sefer tanımlandıramadığım bir hisle karıştığını duyumsuyorum. 

Tanrı'nın azap içindeki bir kuluna hissedeceği türden bir şeyle. Merhamet. İçim ürperiyor. 

Boğazımı temizliyorum. "Seni seviyor." 

"Benim sevdiğim gibi değil." Camdan dışarı bakıyor. "Sorun değil, alışkınım." Omuz silkiyor. 

"Neye?" 

Alaycı bir gülümseme dudaklarını kıvırıyor. "Tek taraflı ilişkilere." Duraksıyor, ardından yüzünde kararlı bir ifade beliriyor. "Ama bu sefer enayi ben olmayacağım." Başını hafifçe sallıyor. "Bu sefer değil." 

Ne yaşadığını merak ediyorum. Normal bir genç hayatında nasıl problemlerle boğuşur?

Benim yaşadıklarımla ya da Eve'in yaşadıklarıyla kıyaslanamayacağına eminim. Ama yine de empati kurabildiğimi hissediyorum. Reddedilme ve ardından gelen o gurur balonunu nerede görsem tanırım. 

Karşılık vermiyorum. Sessizlik içinde gitmeye devam ediyoruz. 

*

Gözlerimi kısacık bir anlığına dinlendirdiğimi zannettiğim uykumdan sarsılarak uyandırılıyorum. 

"O adamlar yine burada," diye fısıldıyor Eve. 

Uykulu halimden bir anda sıyrılıyorum. Bakışlarındaki korku beni rahatsız ediyor. Robin'le Joe'nun çoktan uyanmış, vagonun kapısında beklediğini fark ediyorum. Hızlıca onlara doğru ilerleyince güneş ışığımı gözlerimi kısmama neden oluyor. Eve'in elini yakalayıp kendime çekiyorum. 

"Bay Riddle." Sabah görüştüğüm adam bu. Kaşlarımı kaldırıyorum. 

"Bizi bir kez daha apar topar uyandırmanızın sebebini sorabilir miyim?" 

Adamın yüzünde yılansı bir gülümseme beliriyor. Tekrar konuşmaya başlayınca yaydığı titreşimler istemsizce ürpermeme neden oluyor. 

"Rusya'ya hoş geldiniz." 

004x001Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin