014

328 32 11
                                    

Joe'nun horultusu beni uykumdan uyandırdı. Mahmur gözlerle yanımda uyuklayan Robin ile Joe'ya baktım.

Serin bir rüzgar tenimi yalayınca ürperdim ve boynumdaki atkıya daha sıkı sarındım. Otelden ayrılmadan önce morlukları kapatabilmek için Henry vermişti bunu.

Ön koltuğa göz attım. Henry arabayı durdurmuş, boş bakışlarla dışarıyı seyrediyordu. "Geldik mi?" diye fısıldadım. Dikiz aynasından bana baktı. "Bu gece burada kalırız diye düşündüm."

Etrafa baktım. Göz gözü görmeyecek kadar karanlıktı.

Sabah apar topar yola çıkmıştık ve üçü dönüşümlü olarak arabayı sürmüştü. Amacımız Letonya sınırına kadar sürüp trenle ülke değiştirmekti. Theo'nun şüpheli kimliği Robin'le Joe'yu korkudan üç buçuk attırmaya yetmişti. Henry cinayeti üstlenerek üzerimdeki yükü almıştı ama bu sefer onların gözünde katil konumuna geçmişti. Tabii bunu ne derecede önemsediklerini bilmiyordum zira yanımızdan ayrılmamışlardı.

Katil.

Ben de katildim.

Theo'nun yaptıklarının elle tutulur yanı yoktu ama mesele bu değildi. Motivasyonum ne olursa olsun birini daha öldürmüştüm, üstelik suçluluk dahi hissetmeden. Tek hissettiğim şey dehşet olmuştu ki bu da yalnızca kendim içindi.

Henry'nin dedikleri aklıma geldi. İnsanlar böyledir, Eve; aşağılık, çıkarcı, namussuz. Daha önce de beni uyarmıştı ama dinlememiştim.

Yutkundum. Sanki zihnim onu haklı çıkarmak için bahaneler arıyordu. Ne hissettiğini ve motivasyonlarını daha iyi anlamaya başlamıştım ama yine de ona ne derecede güvenebileceğimi kestiremiyordum.

Üzerimdeki etkisi bir yandan beni korkutuyor, bir yandan daha çok kendine çekiyordu. Bir girdabın yüzeyinde duruyor, aşağıya bakıyor gibiydim.

Düşünceler zihnimi işgal etmeye başlamıştı yine. Başımı iki yana silkeleyip arabanın kulbuna uzandım. Temiz havaya ihtiyacım vardı.

Arabanın dışına yaslandım ve cırcır böceklerini dinlemeye başladım. Issız ormandan yayılan ferah koku bir nebze olsun iyi hissettirmişti.

Henry'nin ayak seslerini duydum ama başımı çevirmedim, ona bakmak daha da kafamı karıştıracaktı. Elleri ceplerinde, gelişigüzel bir tavırla yanıma yaslandı.

Sessizlik rahatsız edici gelmeye başladı. Bir şeyler söylemem gerekiyormuş gibi geliyordu ama ne diyeceğimi bilmiyordum. Keşke her şeyi bu kadar zorlaştırmasaydı.

"Haklıydın." dedim bir anda. Delici bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum.

"Hangi konuda?"

"Theo."

Duraksadı. "Ya diğer konularda?"

Kollarımı kavuşturdum. Yine başlıyoruz. "Arkamdan iş çevirmen hakkında mı?" dedim dişlerimin arasından. "Şansını zorlama, Henry."

İç geçirdi. "Eve, onu kast etmediğimi biliyorsun." dedi yumuşak bir sesle. Sesinin beni böylesine etkilemesinden nefret ediyordum. Dudağımı ısırdım.

"Biliyorum, sınırlarına saygı duymam gerekiyordu." diye devam etti. "Ama benim tek bildiğim yol bu."

Soran bakışlarımı ona çevirince boğazını temizledi.
"Değer verdiğim bir şeyi elimde tutmak istiyorsam bunun için sonuna kadar gitmem gerektiği öğretildi."

Şimdi o bakışlarını kaçırmıştı.

"Daha önce kimse beni beklentisiz bir şekilde sevmedi, Eve." Duraksadı. "Hayatım boyunca sevginin kazanılması gereken bir şey olduğuna inandım."

Aklıma Brenner'ı memnun edebilmek için saatlerce çalıştığım günler geldi. Sadece bir parça sıcaklık için limitlerimi sonuna kadar zorladığım anlar olmuştu ve tek sebebi onaylanma ihtiyacıydı. Doktor'u hayatımdaki boş baba figürünü yerine koyarak kendimi daha değerli hissetmeye çalışmış, yıllarca bu sahte öz güvenle yaşamıştım.

Henry'nin çocukluğu gözümde canlandı. Yalnız, kimsesiz ve gücünü kontrol edemeyen bir ufaklık. Farkında olmadan ailesini katlettiği için bir hastaneye kapatılıyor ve yıllarca aşağılanıyor, hırpalanıyor.

Boğazıma bir yumru oturdu.

Neden diğerlerinden üstün olmakla böylesine kafayı bozduğunu anlayabiliyordum. Gücünü bir zırh gibi giyerek kalbinin kırılmasını önlüyordu.

Sessizliğimi koruyunca o da bakışlarını bana çevirdi. "Böyle olduğum için üzgünüm." dedi omuzlarını kaldırarak. Duraksadı. "Ama gerçekten deniyorum, Eve." Gözlerinde adeta umutsuz bir bakış belirmişti. "Esnemeye çalışıyorum, taviz veriyorum."

Öylece yüzüne baktım. Tepkisizliğimi görünce "Beni bu şekilde kabul etmesen de yanında olacağım." dedi omuz silkerek. "İster benden nefret etmeye devam et, ister beni anlamaya çalış."

Sessizlik.

"Neden?" dedim kendi kendime konuşurcasına. "Seni olduğun gibi kabul edecek biri yerine neden benimle uğraşıyorsun?" Korkularımı dile getirdiğimi fark ettim. Onun benden vazgeçmesinden korkuyordum. Bu itiraf daha da sarsılmama yol açtı.

Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme canlandı.

"Çünkü seni düşünüyorum." dedi bilinen bir gerçekten bahsediyormuşçasına. Titreşimleri vücudumu okşuyor gibiydi. Bakışlarımı mavilerden ayırmadım. "Sabah uyanırken, akşam yatarken, yürürken, biriyle konuşurken, yalnızken, seninleyken..." Duraksadı ve başını hafifçe yana yatırdı. "Senden kendimi alamıyorum, Eve."

Kalbimin sıkıştığını hissettim. Bakışlarımı kaçırdım. Titreşimlerimin oradan oraya savrulup ona çarptığını biliyordum. Beni ne kadar etkilediğinin bilincinde olmalıydı.

Böylesine hassas bir anımdan kolayca faydalanabilir, suistimal edebilirdi ama yalnızca dikiliyor, beni inceliyordu.

Sanki hava birden ağırlaşmıştı.

Ellerimi nereye koyacağımı şaşırır oldum. Beceriksizce uzaklaşmaya çalışırken parmaklarım tenine çarpınca ateş gibi yandığımı hissettim. "Fazla iddialı sözler bunlar," dedim şakayla, aramızdaki tansiyon kaldırabileceğimden çok daha fazlaydı.

Çekingen bakışlarımı ona çevirince yüzündeki gülümsemenin genişlemiş olduğunu gördüm. Alayla karışık, neredeyse sevgi dolu bir gülümsemeydi bu.

Cevabını beklemeden arka koltuğa geçtim. Robin'in omzuna yaslanmış Joe'yu hafifçe iteleyerek ben de uyuyor taklidi yapmaya başladım.

Göz kapaklarımın altından Henry'nin belli belirsiz siluetini seçebiliyordum. Bakışlarını ormana dikmiş, gülümsemeye devam ediyordu. Dayanılmaz bir hissin içime dolduğunu hissettim.

O da ben de kaçamayacağımı biliyorduk.

Girdap beni içine çekecekti.

004x001Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin