021

267 32 16
                                    

Henry

Huzursuzum.

Dalgınca Eve'in sırtına daireler çiziyorum. Kollarım arasında uzanıyor ama o da uyumuyor. İkimizin titreşimleri birbirine çarpıyor gibi. Robin'in sözleri aklımdan çıkmıyor.

"Henry," diyor yavaşça. Derin bir uykudan uyanmışçasına ayılıyorum ve bakışlarımı endişeli gözlerine dikiyorum.

"Efendim?"

Duraksıyor. "Gidelim buradan." Tepkisiz kaldığımı görünce emin bir şekilde devam ediyor. "Robin'in de dediği gibi bir şeylerin yolunda gitmediği ortada. Onlar bize zarar vermeden uzaklaşmamız gerekiyor."

Sıkıntıyla iç çekiyorum. Dediklerinde haklılık payı var. Bu işe yeterince düşünmeden atladığım için pişmanlık duyuyorum.

"Tamam." Saate bakıyorum. "Sabaha karşı gideriz."

"Robinlere ne olacak?"

"O zaman haber veririz."

Sessizlik.

"O garson senden ölesiye korkuyordu. Titreşimlerini hissettim."

Adamın korku dolu bakışları aklımda yanıp sönüyor. Canavar. Vex'i hatırlamak tüylerimi ürperttiği için kendime kızıyorum. Ölüsü bile peşimi bırakmıyor.

"Biliyorum."

Duraksıyor. Yüzü bir şey düşünüyorcasına kasılıyor. "Bizden korkuyorlar, değil mi?" Aksini söylememi ister gibi bir hali var. "Robin de Joe da... Yaptığımız her şeyi tüm çıplaklığıyla bilseler şimdiki gibi davranmazlardı."

Bu düşünceye nereden vardığını bilmiyorum ama gururla karışık bir hüzün duygusu içimi kaplıyor. Dışlandığı için acı çektiğinin farkındayım. Ben de hayatım boyunca dışlandım ama zamanla buna bağışıklık kazandım. O ise yolun henüz başında ve onaylanma ihtiyacı duyuyor.

İlk gerçek arkadaşlarını böylesine haşince elinden almak istemediğimi fark ediyorum. Sadece şu an için bile olsa acı çekmesini önleyebilirsem kafi.

"Birçok şeye şahit oldular zaten, gitmek isteselerdi giderlerdi." diyorum yavaşça.

Alaycı bir gülümsemeyle karşılık veriyor. "Çünkü her şeyi ya eksik ya da değiştirerek anlatıyoruz, Henry." Üzüldüğünü görmekten nefret ediyorum. Uzanıp yanağını okşamaya başlayınca gülümsemesi kayboluyor.

"Bilmelerine gerek yok." diye fısıldıyorum.

Dudağını ağlamasını bastırmaya çalışır gibi ısırıyor. Tuhaf bir şekilde benim de gözlerim nemleniyor. Eve için mi yoksa ikimiz için mi duygulanıyorum anlamıyorum. "İkimizin arasında kalabilir." diye devam ediyorum zorla.

O da dediklerimin mantıklı olmadığının farkında olmalı. Uzaklara dalar gibi oluyor.

Neden sonra, "Teşekkür ederim." diyor.

"Ne için?"

"Beni düzeltilmesi gereken bir proje gibi görmediğin için." Bakışları tenimi yakıyor. "Sana aynısını yapmış olmama rağmen."

"Önemli değil." Yutkunuyorum. Onu yanımda tutabilmek için yaptığım her şey gözümün önünden film şeridi gibi geçiyor. Tüm bunların arasından iyi bir şey çıkartıp bana sunmasına şaşırmaktan kendimi alamıyorum.

Beni gerçekten seviyor olmalı.

Kalp atışlarım hızlanıyor.

Sevilmek.

Onlarca eksime rağmen bir artım gözünde büyüyor, hatta öylesine kıymetleniyor ki benimle olmayı kabul edebiliyor. Sekiz yaşında kendini öldürmeye çalıştığı için günlerce kelepçelenen Peter bu anı hayal dahi edemezdi.

Bakışlarımı bal rengi gözlerine dikiyorum. Benden çirkin olduğunu düşünmesi akıl dışı geliyor. Teninden yayılan kör edercesine parlak ışınları, yumuşak hatları ve göz alıcı gülümsemesiyle nasıl benim gibi aşağılık bir varlıkla kendini kıyaslayabiliyor?

"Seviyorum." diye mırıldanıyorum yavaşça.

Kaşlarını çatıyor.

"Deliymişim gibi baktığında alnında oluşan o çizgiyi," diye devam ediyorum. "Gözlerinin rengini," Parmağımı yüzünün önüne düşmüş saç teline doluyorum. "Her zaman inatla ayrı kalan bu lüleyi," Araştırırcasına hafifçe açılmış omzundaki minik noktaya dokunuyorum, "Saklamaya çalıştığın doğum lekeni," Duraksayıp yüzüne bakıyorum. "Kokunun giysilerime sinmesini, uyuyamayınca yanıma kıvrılmanı, gece yatmadan önce son konuştuğum insan olmanı..."

Afallıyor. Gülümsüyorum. "En çok da bana böyle bakmanı."

Cevap vermeyince onu hafifçe kendime çekiyorum.

"Seni seviyorum, Eve."

Nihayet o da gülümsüyor. İçimde hissettiğim kıpırtılarla dalga geçiyorum. Yirmi yedi değil de on altı yaşındayım sanki. "Ben de," diye fısıldıyor.

Kaşlarımı kaldırıyorum."Ben de ne?"

Gülerek beni ittiriyor. "Ben de seni seviyorum."

Dudaklarını yaklaştırırken heyecandan bir kez daha midem alt üst oluyor.

*

Eve Robin ile Joe'ya haber verirken kapının önünde bekliyorum. Olası bir saldırıya hazır olmalıyım. Ellerimi açıp kapatıyorum. Kullanılmamaktan titreşimlerin üzeri toz kaplamış gibi. Adeta birinin bizi bulmasını istiyorum.

İçeriden Joe'nun sızlanan sesi geliyor. Gözlerimi deviriyorum. Uykusunun bölünmesine hiç dayanamadığını unutmuşum. Yine de bilseydi daha gergin olur ve Robin'e sonradan pişman olacağı bir şeyler zırvalardı diye düşünüyorum. Daha da kötüsü her köşe başında pusuda bekleyen adamlardan biri tarafından fark edilebilirdi.

Apar topar kapıda belirdiklerini görünce rahatlıyorum. Joe tişörtünü ters giymiş ama en azından hızlı.

"Niye haber vermediniz?" diye sitem ediyor Robin fısıltıyla.

"Ani oldu." diyorum kısaca.

"Nereye gideceğiz?"

"Buradan uzağa."

Robin gözlerini deviriyor ama beni takip ediyor.

Koridorda yavaş adımlarla yürüyoruz. Eve arkada, ben öndeyim. Olası bir saldırıda diğerlerini korumamız gerekiyor. Ayak bağı olduklarının farkındayım ama yapacak bir şey yok. Her çıtırtıda dikkat kesiliyoruz ama aslında bir önemi yok çünkü yakınlarda bir titreşim hissetmiyorum. Tuhaf. O heriflerin sürekli nöbet tuttuğunu zannediyordum.

Elimi çıkış kapısının kulbuna uzatır uzatmaz açılınca irkilerek geri çekiliyorum.

"Misafirlerimiz haber vermeden gitmeye karar vermiş anlaşılan."

Bir anda boynuma bıçak saplarcasına ittirilen elektroşok cihazıyla kendimden geçerken Eve'in çığlığını belli belirsiz duyumsuyorum.



004x001Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin