022

239 33 18
                                    

Yoğun bir pudra kokusu genzimi yakmaya başlayınca gözlerimi açtım. 

Yastıklarla dolu, yumuşak sayılabilecek bir yatağın içindeydim. Sersem bir şekilde doğrulmaya çalıştım. Neredeyim ben? Kaşlarımı çatıp düşünmeye çalıştım. 

Bir anda Henry'nin yere yığılışı aklıma gelince kalbim duracak gibi oldu. Henry. Henry'e ne yapmışlardı? Beni buraya getirenler o adamlar olmalıydı. Elimle elektroşoku sapladıkları yerdeki izi okşadım. Bir tanesini yere devirmeyi başarmıştım ama arkadan geleni fark edememiştim. 

Yutkundum. Kim için çalışıyordu bunlar? Ve neden bir hücrede değil de rahat bir yatağın içindeydim? Etrafı inceledim. Küçük bir komodin dışında eşya yoktu. Eğilip çekmeceleri karıştırdım. Tahmin ettiğim gibi boştu. 

Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Damarlarımda tuhaf bir sıvının dolaştığını duyumsayabiliyordum. Bir ilaç enjekte etmiş olmalılardı, bu da üzerime çöken yorgunluğu açıklıyordu. Yine de gücümü kullanamayacak kadar zayıf değildim. Her kime hizmet ediyorlarsa beni yanlış değerlendiriyorlardı. 

Henry'i benim aksime daracık, gri bir zeminde yatarken görünce irkildim. Elleri arkadan kelepçelenmiş, alnında terler birikmişti. Dikkatli bakınca boynundan mor ışınlar saçan bir tasma olduğunu fark ettim. Vex. Boğazıma bir yumru oturdu. Bunu yapan Vex'in adamlarıysa neden beni de aynı şekilde cezalandırmıyorlardı? 

Zihnimi zorlamaya başladım. Beni fark etmesini, yanında olduğumu bilmesini istiyordum. 

Henry hafifçe gözlerini aralayınca titreşimlerimi hissettiğini anladım. Bir nebze rahatlamıştım, en azından güçleri ve bilinci yerindeydi. 

Gücüm yerinde. 

Telapatime zorlukla da olsa karşılık verdi. İyi misin? 

Evet. Kim olduklarını biliyor musun? 

Hayır. 

Seni bulacağım. 

Titreşimleri yay gibi gerildi. Kendini tehlikeye atma. 

Odamın kapısı bir anda açılınca apar topar ayağa kalktım. Bizi kaçıran adamdı bu. 

"Kimsin sen?" diye haykırdım. Etkilenmişe benzemiyordu. 

"Emir kulu." Elinde bir tepsi vardı. Cebindeki elektroşok dikkatimi çekmişti. "Yiyin bunları lütfen." 

"Dalga mı geçiyorsun?" Sinirle birkaç adım yaklaştım. "Diğerlerine ne yaptınız?" 

Boş bakışları önemsiz bir çöp parçasını incelercesine üstümde gezinirken öfkeden titriyordum. "Sana diyorum!" 

"Yemeğinizi yiyin." 

Bir anda yakasını yakalayıp kendime doğru çektiğimde fiziksel gücümü tahmin edememiş olacak ki sendeledi. "Hemen beni Henry'e götürüyorsun yoksa seni cayır cayır yakarım." diye fısıldadım. 

Gözlerinde bir an belirip sönen korkuyu görmek iyi hissettirmişti. 

"Emir gelene kadar buradan çıkamazsınız." Birkaç adım uzaklaştı. 

Dişlerimi sıktım. Beni güçsüz sanması daha avantajlı konumda olmamı sağlıyordu. "Patronun kim? Letonya'daki şerefsiz mi?" Sesim tehdit eder gibi çıkıyordu. 

Gözlerini bana dikti. "Hayır." 

Sabrım taşıyordu. "Joe'yla Robin'e ne yaptınız?" diye bağırdım bir anda. 

Yüzü kasılmıştı. "İyi durumdalar, düşünmenize gerek yok." Arkasını döndü, gitmeye yelteniyordu. 

"Ya Henry?" 

Başını bana çevirdi. Gözlerindeki nefret parıltıları ürpermeme neden olmuştu. "Hak ettiği yerde." Kapı suratıma çarparak kapatıldı. 

Öfke içimde kaynamaya başladı. Daha akıllıca davranmam gerekiyordu, Henry gücünü kullanamazken benim tüm potansiyelimi ortaya sermem lazımdı ama nasıl bir işe bulaştığımızı düşünmekten kendimi alamıyordum. 

Sakinleşmeye çalışarak Joe ile Robin'in titreşimlerini takip etmeye çalıştım.

 İkisi de uyuyorlardı ve benim gibi rahat bir yatağın içindeydiler. Bir an rahatlasam da Henry aklıma gelince yine tüm konsantrasyonum bozuldu. 

Düşünmeye çalıştım. Vex sadece Henry'den değil benden de nefret ediyordu, ayrıca eğer o olsaydı mor ışığı benim üzerimde de uygulardı. O zaman kimdi bunlar? Ve neden beni Henry ile bir tutmuyorlardı? Ben de canavarım. 

Beynim patlayacak gibiydi. Odada pencere bile yoktu. Binanın planını görmediğim için dışarısını da zihnimde canlandıramıyordum. 

Bu bekleyiş beni deli edecekti. Kapıya yanaşıp kilidi hafifçe oynatmaya başladım. Tek seferde de yapabilirdim ama çıkan ses güvenlikleri yanıma toplamama neden olabilirdi. Bir problem çözüyorcasına titiz hareketlerle devam ettim. Kalbim ağzımda atıyordu. 

Sonunda kilit isteksizce kırıldığında derin bir nefes aldım. Kapıdan şüpheyle başımı uzattığımda koridorlardaki yapay ışıklandırma gözümü aldı. Koridorun iki ucuna baktım. İki tarafta da pencere yoktu. Yutkundum. Brenner'ın laboratuvarını anımsatıyordu. 

Tereddütlü adımlarla kendimi ilerlemeye zorladım. Kapılardaki tabelaları fark edince daha dikkatli incelemeye başladım. Hepsinin üzerinde Sovyet bayrağı ve Rusça'ya benzeyen yazılar vardı. Radyoaktif uyarısı işaretini görünce ürperdim.

Hala Rusya'daydık. 

"Hey!" 

Şimdi hapı yutmuştum işte. 

Koridorun ucundan sesler kalp atışlarımı deli gibi hızlandırırken korku içinde  koşmaya başladım. 

Arkamdan İngilizce bağrışmalar yükseliyordu. Dikkatli olmayı falan boşvermiştim artık. Niye Rusça konuşmuyor bunlar?

Umutsuzca titreşimleri takip etmeye çalıştım. Henry'e ulaşmam gerekiyordu. Belli belirsiz damarlarımı tırmalayan dalgaları hissetmeye başlayınca bir merdivenin başına gelmiştim. Bir an duraksadım, ardından inmeye başladım. Henry'e zarar vermelerini engellemem şarttı. 

Rutubet kokusu her yeri kaplamıştı. Benim için özenle hazırlanmışa benzeyen pudra kokulu odamın aksine burası adeta bir zindan gibiydi. Arkamdan birinin yaklaştığını duydum ama kulak asmadım. 

Titreşimler iyice güçlenmişti ama hangi kapıdan geldiğini algılayamıyordum. Zihnimle tüm kapıları savurduktan sonra tek tek başımı uzatıp bakmaya başladım. Şansıma ilk üçü boştu. Harika.

"Sakin olun, size yalvarırım sakin olun!"

Arkamdaki sesi duyunca sinirle iç geçirdim. Yine gelmişti bu ruh hastası."Defol git buradan yoksa seni gebertirim!" 

"Canınızı yakmak istemiyoruz, inanın bana!"

Gözlerim alev saçarken duraksayıp arkamı döndüm. Elindeki şok cihazı mavi renkli ışınlar yayıyordu. Ruhsuz bir kahkaha attım. "Şu oyuncağınla mı canımı yakacaksın?"

"Hanımefendi-" 

Parmağımı şıklattığımda silahı odanın öbür ucuna fırlamıştı. Korkudan gözleri irileşince tatmin olmuşçasına gülümsedim. 

Yolladığım akım onu merdivene doğru iterken içten içe eğleniyordum. Küçücük, aptal beyniyle beni küçümsediği için şimdi kim bilir nasıl pişmandı.

"Sana değiştiğini söylemiştim." 

İrkilip arkamı döndüğümde iki takım elbiseli kadının bana bakmakta olduğunu gördüm. Konuşan kadın ben demiştim dercesine kollarını kavuşturmuştu, yanındaki ise hayal kırıklığı içinde gibi duruyordu. 

Afalladım. Bu ikili neden bana tanıdık geliyordu? 

Duraksamaya hakkım olmadığını bilmeliydim. Enseme iğne batırdıklarını hissettiğimde artık çok geçti. 

004x001Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin