001

903 36 40
                                    

Henry

Benden şüpheleniyor.

Doktorla görüşmek için kaybolduğumu fark ettiği her an tedirginliğini duyumsuyorum. Bahaneler de bir yere kadar.

Sık sık zihnine giriyorum. Tedirgin ama tehlikeli sularda değil. Nereye gittiğimi, ne yaptığımı merak ediyor. Açık açık sorduğu da oldu, üstelik cevabını da aldı ama anladım ki bu konu aklından hiç çıkmıyor. Birileriyle görüştüğümü düşündüğü bile oluyor.

Komik. Sanki ondan başka bir insanla yakınlaşmaya katlanabilirmişim gibi.

Böyle düşüncelerini yakaladığım zaman telafi edecek şekilde davranmaya çalışıyorum. Giysiler, kitaplar, abur cuburlar alıyorum; satranç oynamayı teklif ediyorum. Bir anlık mutlu olsa da asla emin olamıyor. Haksız da sayılmaz doğrusu.

İki aydır Estonya'dayız. Gemi bir hafta sonra kalkacak. Görüşmelerim yaklaşık üç hafta sürdü, nihayet adamı ikna edebildim. Geriye bizimkileri halletmek kalıyor.

Bizimkiler.

Joe ile Robin'i "biz" kümesine dahil ettiğim için irkiliyorum. Hayır, tek gereken Eve. Gereğinden fazla zaman geçirdiğimiz için hataya düşmemin normal olduğunu hatırlatıyorum. Tek ihtiyacım Eve.

Estonya'ya varana kadar arkasına gizlendiğim garson kimliği insanlara duyduğum nefreti hatırlamamı sağladı.

İnsanoğlu. İnsanlar dünyamızı çoğaltan ve zehirleyen eşsiz bir haşere türü.

Sırf zengin diye kendisini daha üstün zanneden kodamanlar, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneden aptal gençler, sisteme isyan edip beş kuruş için çarkta dişli olmaya razı olanlar, ideallerini kovaladığını zannederken yitip gidenler...

Uydurma kurallar tarafından yönetilen zalim, baskıcı bir dünya. Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar, on yıllar... Her hayat bir öncekinin solmuş, daha rezil bir kopyası. Uyan, ye, çalış, uyu, üre ve öl. Tek beklentileri bunlar.

Herkes sadece bu ucuz romanın bitmesini bekliyor, her gün durmadan rol yapıyor. Başlarını yastığa koyduklarında bile onlara ait bir düşüncenin zihinlerinde dolaştığına inanmıyorum.

Ben bunu yapamayacağımı yedi yaşında anlamıştım. Aklımı kapatıp deliliğe katılamaz, rol yapamazdım.

Yapmadım.

Ve mecbur değilim. Kendi kurallarımı koyacağım. Şanslıysam Eve de bana katılacak.

Katılmak istemezse...

Bu ihtimali düşünmek istemiyorum.

Kaldığımız otelin camından aşağıya bakıyorum. Joe ve Robin'le birlikte oturmuş yemek yiyor. Saçlarını ona aldığım bandana ile toplamış, mavi elbisesini giymiş. Birazdan geleceğimi söylemiştim. Titreşimlerini tatmak için bir an gözlerimi kapatıyorum. Mutlu gibi. Sırıtmama engel olamıyorum. Olduğundan da küçük duruyor şimdi.

Gözlerini ona dikmiş bir herifi görünce geriliyorum. Yapmamam gerek, biliyorum ama zaten kuralları uygulayan biri değilim. Adamın sandalyesine sert bir akım yollamamla yeri boylaması bir oluyor. Eve oturduğu yerden sıçrayıp bir anlığına adama bakıyor ve tekrar konuşmaya devam ediyor. Elimi yanağıma yaslayıp hararetle anlattığı şeye odaklanmaya çalışıyorum. Küçük dudakları öylesine hızlı açıp kapanıyor ki neyden bahsettiğini anlamıyorum, zaten dikkatimi dağıtmaya yetiyor bile.

Sanki hissetmiş gibi bakışlarını kaldırdığında göz göze geliyoruz. Yakalanmış gibi suçlu hissediyorum. Gülümseyerek karşılık veriyor ve eliyle beni aşağıya çağırıyor. Baş parmağımla onaylama işareti yapıp pencereden uzaklaşıyorum.

Yolculuk boyunca Eve'e insanların bencilliğini göstermeye çalıştım. Aslında garson olmayı bu yüzden kabul ettim de denebilir. Fırsat olunca her insanın ne kadar gaddarlaşabileceğinin en iyi örneklerinden biri kendinden alt kademede olanlara nasıl davrandığıdır.

İşe yaramadığını söyleyemem. İletişimi güçlü değil, kıvrımlı hatları ve cilveli tavırları yok; bu da o rezillerin onu insan yerine koymaması için açık davet demek. Gitmeye ısrar ettiği o yer altı partisinde de Angelica ile karşılaşması da güzel bir tecrübeydi. O kızı gebertmemek için kendimi tutmamın tek sebebi Eve'e insanoğlunun uçkuru için ne kadar aşağılaşabileceklerini göstermekti. Çaba göstermeme bile gerek kalmadan tezim kendini kanıtlamıştı.

Böyle deyince ona zulmetmekten keyif alıyormuşum gibi geliyor. Hayır, sadece ona gerçekleri gösteriyorum. Dokuz yıl boyunca kapalı kaldığı kafeste pembe gözlükler ardından daha mutlu olabileceği bir yer hayal etti ve şimdi o dünyayı karşısında bulmayı bekliyor. Yaşamanın başlı başına bir mücadele olduğunu, hiçbir masalı iyilerin kazanmadığını ona öğretmem gerekiyor. Bu adaletsizlikleri, bu çürümüşlükleri görüp de kendini buraya ait hissedeceğini sanmıyorum.

Zaten şüpheleri iki ay öncekinden çok daha fazla. Kalabalığın içine girdiğimizde yalnız hissediyor, uyum sağlamakta güçlük çekiyor. Özellikle dile getirmese de apaçık belli, zihninde sürekli bunlar yankılanıyor.

Yanımdayken daha huzurlu olduğunu duyumsayabiliyorum. Kabul etse de etmese de vücudu doğru olanı biliyor. Zamanı gelince bunu dile getirmesi de kolay olacak.

Joe ile Robin'i de ondan uzaklaştırmam gerekiyor. Bu, bir süredir planlarım arasında. Güvenebileceği tek kişinin ben olduğumu anlamalı. Onları direkt ortadan kaldırmalı mıyım yoksa aralarını mı açmalıyım henüz karar vermedim. Belki de gitmelerine izin vermeliyim; ama gerçekleri öğrenince Eve'in koşarak onlara sığınmasını istemiyorum. Aslında yeterince beklersem gerçek yüzlerini ortaya serip kendilerinden nefret ettirmeyi başarırlar.

Benim buna ayıracak zamanım yok. Estonya'dan ayrılmadan önce Eve'i burada kalmaya ikna etmem gerekiyor. Bu hallolduktan sonra Robin ile Joe da gemiye binip bizi rahat bırakır diye ümit ediyorum. Ölmediklerine şükredip bu fırsatın peşine düşmeleri gerekiyor. Neden böylesine canlarına susamışlar anlamıyorum.

Neyse ki bir planım var. Her şey yolunda giderse yarın Eve'i ikna etmeyi başaracağım.

Çıkmadan önce aynadaki görüntüme sırıtıp aşağıya iniyorum.

004x001Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin