004

407 38 8
                                    

Tedavinin on beşinci günündeydik. 

Her gün iş vardiyam bittikten sonra Henry ile birlikte Carter'in ofisine gidiyordum. İlk üç gün boyunca tıpkı Brenner gibi kafama bir şeyler takıp durmuş, sonuçları hararetle not almıştı. Ardından özel olarak hazırladığını iddia ettiği serumu her gün giderek artan dozlarda kanıma karıştırmaya başlamıştı. İki gün içerisinde serum hazırlaması garip gelmişti ama Henry sorun olmadığını, Carter'e güvenebileceğimizi söylüyordu. Sanırım bu riski almaya değerdi. 

İlk defa bugün küçük kıpırtılar duyumsadığımı haber verince Carter heyecanla değerlerimi ölçtü ve önüme bir adet elma koydu; telekinezi yapmamı bekliyordu. 

Brenner ile tanıştığım o gün aklıma geldi. O elma yerine ufak bir asker adamı önüme koymuş, bunu hareket ettirebilirsem bana şeker alacağını söylemişti. Şekeri elde etmek istiyordum istemesine ama asıl istediğim şey Brenner'ın gurur dolu bakışlarıydı. İçimin sızlamasına engel olamadım. Hayatımda baba figürüne hem bu kadar uzak olup hem de bu kadar yakın olabilen tek kişi oydu. Ondan nefret ediyordum ama ölümü içimde bir şeylerin kopmasına neden olmuştu. 

Henry ile Carter konsantrasyonumu sağlayabilmem için beni odada yalnız bırakmışlardı. Ses geçirmez camların arkasında olmalılardı. Odaklanmaya çalışıyordum ama elmanın yerinden kıpırdamaya niyeti yoktu. Canım sıkıldı. Yedi yaşında en ufak zorluk çekmeden yapabildiğim şeyleri on dokuz yaşında yapamamak başarısız hissettiriyordu. 

 Parmağımın ucuyla kırmızı elmayı ittirdim. İlerle. Eğer başarılı olamazsam Henry'e ne olacağı belli değildi. Bu düşünce aklıma gelince yine daraldığımı hissettim. Tüm dikkatimi parmağımın ucuna toplamaya çalıştım. Eski anılarımın şimdiye zarar vermesine izin vermeyecektim çünkü Henry'nin geleceği bana bağlıydı. 

Lütfen ilerle, lütfen...

Kendimi o kadar sıkıyordum ki beynim alev alıyor gibiydi. 

Derinlerde bir yerde ufacık bir kıpırtı hissedince nefesim kesildi. Zihnimdeki tüm düşünceleri temizleyip kıpırtıya odaklanmaya çalıştım. Sanki biri ipin ucunu şöyle bir uzatıp geri çekmişti. Gözlerimi elmaya dikip zihnimle onu ittirdiğimi hayal ettim. 

Hadi, hadi, hadi...

Elma bir anda karşı duvara fırlayınca gözlerim irileşti. İstemsizce beş karış açılan ağzıma elimi kapattım. Gülmeme engel olamadan ayağa fırladım. Bunu kimse görmemiş miydi gerçekten? Carter'ın bir kamerası olsa iyi olurdu çünkü ne kadar şaşırdığımı görmek istiyordum. 

Hiç kimseden ses gelmeyince sürpriz yapmaya karar verdim. İçim içime sığmıyordu. Dikkatli adımlarla parmaklarımın ucuna basarak odadan dışarı çıktım ve koridordan gelen seslere doğru yöneldim. 

"Otuz gün zaten yeterince kısa bir süre, mucize yaratmamı bekleme." Carter'in sesiydi bu. Olduğum yerde donakaldım.

"Potansiyelinin ne kadar fazla olduğunu sen de biliyorsun. Sadece on günde bile inanılmaz hızlı yol kat etti." Henry'nin sesi buz gibiydi. Carter'dan bu kadar nefret ettiğini bilmiyordum. Kaşlarımı çattım. Dinlememem gerektiğini biliyordum ama elimde değildi. 

"Potansiyelinin senin gibi korkunç biri tarafından kullanılacak olması ne kadar yazık." Carter'in sesi de nefret doluydu. Bir anda bir inleme sesi geldi. Henry ona tokat mı atmıştı? "Gücü geri geldikten sonra da sana inanır mı sanıyorsun?" dedi Carter adeta haykırarak. "Her şeyin farkına varacak." 

Bir patırtı koptu. Eşyalar yere düşüyordu sanki. 

Derinlerde bir yerlerde akımın o yakıcı elektriğini duyumsayınca sarsıldım. Her ne kadar iğne batması kadar ince bir sızı olsa da duyumsayabiliyordum. Ayaklarım gerisingeriye giderken duvara tosladım. Fiziksel acı aklıma başıma getirir gibi olmuştu.

Yeniden odaya döndüm. Titreyen ellerimi masanın üzerinde birleştirip sakinleşmeye çalışıyordum. Yanılıyor olabilir miydim? İki ay az bir süre değildi. Ayrıca çok hafif bir histi bu. Karıştırıyor olamaz mıydım? 

İki aylık ara mı bana yılları unutturacaktı? Kafamdaki sesi susturmaya çalıştım. Henry bana yalan söylüyor olamazdı. Yaşadığımız bunca şeyden sonra... 

Özellikle yaşadıklarımızdan sonra. Sus artık, diye içimden geçirdim. Belki de Carter'in güçleri vardı ya da odada akımı taklit eden herhangi bir cihaz vardı. Sakin olmalıydım. 

"Eve." 

Henry'nin sesi odada yankılanınca irkildim. Damarları belirginleşmiş, burun delikleri iyice genişlemiş bir şekilde soluk alıp veriyordu. Ağzımı açıp kapadım. Kaşlarını kaldırıp gözlerini bana dikti. 

"İyi misin Henry?" dedim şüpheli çıkmamasına özen gösterdiğim bir sesle. 

Ellerini hafifçe saçlarının arasından geçirdi. "Evet." dedi karşıma geçip otururken. "Niye sordun?" 

"Hiç, yorgun gözüküyorsun." 

Gülümsedi. "Sorun değil." 

Bir an duraksadım, ardından yerdeki elmaya işaret ettim. "Ben yaptım." 

Şaşkınlıkla bakışlarını bir bana, bir de yerdeki elmaya çevirdi. "Gerçekten mi?" Kahkahası odada yankılandı. "Eve, bu harika bir gelişme!"

Zoraki bir şekilde gülümsedim. "Evet, öyle." Bakışlarımı onunkilere sabitledim. "Hissetmeye başladım." 

Bir iki saniyeliğine afallar gibi oldu. "Neyi?" dedi hafifçe öne eğilerek. 

"Titreşimleri." 

Yüzünü öylesine dikkatli inceliyordum ki gören ezberlemeye çalıştığımı zannedebilirdi. Henry gülümseyip elime uzandı. "Yakında çok daha iyi olacaksın." 

Bileğindeki tümseği elimin üzerinde hissedince yine içim sızladı.

 "Sen de." dedim sessizce. 

Ayağa kalktım. "Carter'a haber verelim mi?" 

"Carter az önce çıktı, acil bir işi varmış." Henry de ayaklandı. "Hadi gidip bunu kutlayalım." 

Yerde öylece duran elmaya bakışlarımı çevirdim. 

Mümkün değil. 

Başımı iki yana sallayıp Henry'nin peşine takıldım. 

004x001Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin