21

353 29 39
                                    

Beach Weather~ Sex, Drugs, Etc.

"Oysa ben bütün vakitlerimi, bütün vakitlerimden daha çoğunu, yeryüzünün bütün vakitlerini sana ayırmak istiyorum; seni düşünmek ve seni yaşamak için."
(Milena'ya Mektuplar~ Franz Kafka)

Her gün hastaneye anneni ziyarete gidiyor olmandan dolayı iki haftadır birbirimizi gördüğümüz zamanları toplasak bir elin parmağını geçmez. Hastaneye seninle gelmekte ısrar ettiğimde ailenin homofobik olduğunu ve benim gelmemin iyi bir fikir olmayacağını söylediğin için sadece seni görmek için zaman kovalıyorum. Derslere girip hızlıca çıkıyorsun ya da hiç gelmiyorsun. Geldiğin günler biraz da olsa hasretimi gidermeye çalışsam da o küçücük anlar yetmiyor bana. Kollarımı sarmak istiyorum beline, sabaha kadar saçlarınla oynamak, doya doya öpmek istiyorum seni ama maalesef ki bunların hiçbirini yapamıyorum. Sarılmak dışında...
Ama bugün özlemimi sonunda gidereceğim çünkü annenin durumu daha iyi ve taburcu oluyor. Hem annenin sonunda iyileşiyor olması çok güzel bir haberken sonunda sana doyabileceğimi düşünmek daha da güzel...

Yemekhanedeyiz, yemek yiyoruz. Hoseok ve ben sap gibi, her ne kadar ben sap olmasam da senin yok oluşundan ötürü, yanımızda cilveleşen iki çifti izliyoruz. Jimin ve Hoseok biraz durgun görünüyorlar. Küçüklükten beri yakın arkadaş olmanız ve ailelerinizi de tanıyor olmanızdan dolayı annenin rahatsızlığı senin kadar onları da etkiliyor sanırım ama bizim yanımızdayken belli etmemeye çalışıyorlar. "Aşkım bugün bize gelsene, film izleriz. Hem Taehyung da Jeongguk'la dışarıda olacak." diyor Yoongi. Jimin konuşmadan Seokjin giriyor araya.
"Oha resmen ev boş diyor duydunuz mu?"
Yoongi sağ yanında oturan Seokjin'in omzuna çok da sert olmayan(!) bir yumruk atıyor. "Salak salak konuşma Seokjin, sadece film izleyeceğiz." diyor. Namjoon Yoongi'nin vurduğu yeri sıvazlarken konuşuyor.
"Hıhı benim adım da Abdülrezzak zaten."
Jimin ve Hoseok da olmak üzere Namjoon'un söylediğine herkes gülmeye başlıyor. Bu ismi nereden bulduğunu bilmiyorum ama fazlasıyla komik geliyor. Sonra Jimin adımı sesleniyor.
"Taehyung Jeongguk'la akşam dışarı mı çıkacaksınız?" diyor.
"Evet." diyorum başımı sallayarak. "İyi düşünmüşsünüz, ona da moral olur. Son zamanlarda fazla yorgun, mental ve fiziksel olarak..." diyor ve Yoongi'ye dönüyor tekrardan. "Olur kedim ama lütfen artık savaş filmi izlemeyelim, olur mu?" diyor ve Yoongi savaş filmlerinin neresinin kötü olduğunu soruyor. Ardından ise koca masa bu konuya yöneliyor. Bense cebimden telefonumu çıkararak galeriye giriyorum ve senin çektiğimden haberin olmadığı güldüğün fotoğrafını açıyorum. Biraz özlem gideriyorum, gamzelerini yakınlaştırıyorum ve akşam dudaklarımın uğrayacağı yerlerden biri olarak aklıma kazıyorum. Kısılmış gözlerine bakıyorum, gözlerinden de öpmek istiyorum.

Kollarımın arasında kokunu içime çektiğim zaman ne denli özlediğimi anlıyorum ve daha sıkı sarılıp, daha fazla kokunu çekiyorum içime. Bir daha ayrı kalmak istemiyorum, sebebi ne olursa olsun.
"Çok özlemişim." Belime sardığın kollarını hafif gevşetip kendini geri çekerek yüzüme bakıyorsun. "Ben daha çok..." diyorum gülümseyerek. Sen de gülümsüyorsun. Gamzelerini görünce işte şimdi tam zamanı diyorum ve hızlıca iki yanına da öpücülerimi konduruyorum. Daha fazla gülümsüyorsun, gülüşünü ne kadar özlediğimi fark ediyorum.

"Nereye gidiyoruz?" diye soruyorsun, sesindeki yorgunluk ve merakı hissedebiliyorum. Bakışlarımı yoldan alarak çeviriyorum sana. "Sürpriz!" diyorum gülümseyerek. Başta söylemem için ısrar etsen de söylemeyeceğimi anlayınca vazgeçiyorsun. "Yol biraz uzun sürecek. İstersen uyu biraz, dinlenirsin." diyorum ve onaylayarak gözlerini kapatıyorsun. Yol boyunca mümkün olduğu kadar izliyorum güzel yüzünü. Yavaş yavaş karanlık çöküyor, güneş kayboluyor ve yıldızlar uyanmaya başlıyor ağır ağır. Sonunda geldiğimizde ise arabayı park ediyorum boş bir yere ve uyandırmaya kıyamayarak arabadan inip senin koltuğunun kapısını açıyorum. Oldukça dikkatli bir şekilde uyandırmamaya çalışarak kollarımın arasına alıyorum seni. Yine içgüdüyle iyice sokuluyorsun ve gülümsüyorum bu haline. Zayıfladığını fark ediyorum, hastane yemekleri genelde güzel olmaz keşke kendim getirseydim yemek diyorum ve bir süre içten içe kızıyorum kendime. Sen ne kadar ailenin homofobik olduğunu söylesen de seni ihmal ettiğim gerçeğini göz ardı edemiyorum.
Sonunda evin kapısına ulaşıyorum, çocukluğumun geçtiği evin kapısına. Kapıda bahçıvanımız karşılıyor bizi, ne kadar bu evde kalmak istemesem de Yoongi bir gün gelmek istersem diye hâlâ bakımını yaptırıyor. Haberim olduğunu bilmiyor ama ben biliyorum işte. Selam veriyorum sessizce ve kapıyı açmasını rica ediyorum. Kapıyı açtıktan sonra içeri girerken son kez teşekkürlerimi iletip uzattığı anahtarı alıyorum ve kapıyı kapatarak gidiyor o da. Sense kucağımda bir bebek gibi uyuyorsun hâlâ, ne kadar yorgun olduğunu anlıyorum tekrardan ve hızlıca merdivenlere yöneliyorum. Sonunda merdivenler bittiğinde gözlerini hareket ettiriyorsun, yavaş yavaş açıyorsun. "Günaydın sevgilim." diyorum, gözlerin gözlerimi buluyor. İnmeye çalışıyorsun kucağımdan, kupıdanıyorsun ama engelliyorum. "Geldik zaten sevgilim, biraz daha dur." diyorum ve usulca sallıyorsun başını ve başını tekrar göğsüme gömüyorsun. Evin oluyor göğsüm. Eski odama geliyorum, kapısını açıyorum yavaşça ve içeri girdiğimde ise önce ışığı yakıp ardından indiriyorum seni kucağımdan. Etrafta dolaşıyor gözlerin, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyor gibisin.
"Neresi burası?" diyorsun ve gözlerin duvarda asılı duran fotoğraflara kayıyor. Yavaş adımlarınla yaklaşıyorsun ve incelemeye başlıyorsun. Arkandan geliyorum ve senin incelediğin gibi inceliyorum fotoğrafları. Görmeyeli uzun zaman olmuştu diyorum içimden.
"Annemler ölmeden önceki evimiz, odam." diyorum. Fotoğraflardan aldığın bakışlarını gözlerime getiriyorsun, şefkatle bakıyorsun gözlerimin içine. Bir süre ne söyleyeceğini düşündüğünü fark ediyorum ama sonra vazgeçerek tekrar fotoğraflara dönüyorsun, ya da bilmeyerek... "Bu sen misin?" diyorsun bir fotoğrafı işaret ederek. Babamla ilk defa balık tutmaya gittiğimiz zaman çekildiğimiz fotoğraf olduğunu görüyorum, tuttuğum ilk balığı gösterirkenki fotoğraf...
"Evet." diyorum ve bakışlarını bana çeviriyorsun tekrardan.
"Küçükken de çok yakışıklıymışsın." diyorsun, gülümsüyorum. "Hımm öyle mi?"
"Hıhıım." diyorsun ve yavaşça yaklaşıp dudaklarımızı birleştiriyorsun. Beklemediğim bir anda olduğu için bir an duraksıyorum ama kendime geldiğimde hasret kaldığım dudaklarını öpüyorum ama uzun tutmayarak ayrılıyorum çünkü gece daha yeni başlıyor bizim için. "Gel." diyorum elinden tutup çekiştirerek seni. Sorgulamadan geliyorsun peşimden. Odamın balkon kapısını açıyorum ve içeri giriyoruz birlikte. Etrafı inceliyorsun, dudakların kıvrılıyor. "Sen mi hazırladın burayı?" diyorsun hâlâ incelerken etrafı. "Hıhım." diyorum ve bana dönerek "Çok güzel ve çok tatlı olmuş." diyorsun. Beğenmezsin diye endişe ettiğim için söylediklerin dudaklarımın kıvrılmasına sebep oluyor. "Çocukken hep buradan gökyüzünü izlerdim, şarkı söyler ve hatta yazardım." diyorum armut minderlere ilerlerken. "Annem ve babam vefat ettiğinde hep buradan yıldızlara bakmışımdır, bir efsaneye göre ölen sevdiklerimiz yıldız olur bizi izlermiş." diyorum ama gözlerindeki hüznü görünce konuyu değiştiriyorum hızlıca, bana acımanı istemiyorum çünkü. Eskiden çok üzülürdüm ama artık alıştım yokluklarına ve eskisi kadar hissetmiyorum gitmiş olmalarının acısını.
"Biraz şarkı söyleriz, sen de belki resim çizersin hatta uyumazsan yıldızları seyrederiz diye hazırladım burayı."
ve ekliyorum elini tutarak.
"Hatta şanslıysak kayan yıldız yakalar, dilek tutarız."
Gülümsüyorsun, içten bir gülümseyiş oluyor ve gerçekten hoşuna gittiğini anlıyorum. "Çok güzel düşünmüşsün sevgilim." diyorsun.
"Ama önce bir şeyler yiyelim, olur mu?" diyorum ve minderin yanındaki poşetten ramenleri, tabakları, suyu ve su ısıtıcıyı çıkartarak masaya koyuyorum. Suyu ısıtıcıya dökerek fişini de uzatma kablosuna takıyorum. Sonunda su ısındığında ise ramenleri koyduğum tabaklara döküyorum suyu ve kapaklarını kapatarak hazır olmasını bekliyorum. Tüm bu süre boyunca da gözlerini üzerimden ayırmayışını fark ediyorum.
"Daha güzel yemekler yapmayı isterdim ama maalesef burada pek mümkün değil." diyorum dudaklarımı büzerek. "Seninle olduğum sürece ne yediğimin bir önemi yok sevgilim." diyorsun gülümseyerek.

LAVINIA| taekook √Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin