3 aralıkbugün okula gitmedim. başım sürekli döndüğü için tekrardan okulda bayılmak istemediğime karar verdim. öğleden sonraya doğru sıkıntıdan patlayacak hâle gelmiştim. dışarı çıkmaya ihtiyacım vardı.
kaldığım yurt okula çok yakın bir yerde. uzak bir yerlere gitmeye üşendiğim için genelde öğrencilerin gittiği bir kafeye gittim.
kahvemi yudumlarken bir yandan hiçbir ilişkimin olmadığı ders notlarını karıştırıyordum. üzerine kusma isteğim tavandı.
kahvem bittikten sonra hastaneye uğramayı düşündüm. belki çıkarırlardı şu lanet bandajı. kaşıntı yapıyordu. onu kaşıyarak camdan yağan yağmuru izlediğim esnada içeri geldi. anında aşağı eğdim kafamı. ne beni görsün istiyordum, ne de bu şekilde ona gözükmek.
baristayla konuşurken soğuktan pembeleşmiş boğumlarına baktım. elleri ıslaktı. kahveyi beklerken etrafına göz gezdirdi. kafamı tekrardan aşağı eğdim. yüze kadar saydıktan sonra yavaşça kaldırdım, karşımda oturuyordu. çığlık atmamak için zor tuttum kendimi.
bana gülümsedi. "birinden mi gizleniyorsun?"
cevap vermedim çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum.
"ne çalışıyorsun?" uzanmamı beklemeden notları önüne çekti. "vaay, bu kadar zeki olmanı beklemiyordum. kaçıncı sınıfsın?"
"ilk sınıfım henüz." kaşının biri yavaşça kalkıp geri indi.
"adım hyunjin, memnun oldum. hep tıp öğrencisi bir arkadaşım olsun istemiştim."
bu kadar nazik olmasına şaşırdığımı belli etmemeye çalıştım. peki adının güzelliği! hızlıca yurda dönmek istedim o andan itibaren. kendimi tutmakta zorlanıyordum. gerçekten çok çekiciydi. "be-ben ben de jeong-in." dedim, mahcup bir şekilde. neden kekelersin ki böyle bir durumda.
"kusura bakma geçenki olaylar için." gözüyle boş bardağımı işaret etti. "özür mahiyetinde bir kahve ısmarlayayım sana."
garsona yanımıza gelmesini işaret ederken itiraz etmedim. hoşuma gitmişti. aşık olduğum insan, bu muydu? aylardır peşinde koştuğum çocuk, pat diye kendi isteğiyle benimle vakit geçiriyordu.
"nerede yaşıyorsun?"
"uzakta değil, okulun karşısındaki yurtta." elimle kafeden bile gözüken yeri işaret ettim.
"baya zengin olmalısın. o yurt için öyle diyorlar."
"bir şey sorabilir miyim?"
"tabii." gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım.
"senin de mi pek arkadaşın yok?"
güldü hafifçe. "sanırım. pek yok."
"neden? çok iyi birisin."
"beni tanıdığını sanmıyorum? iyi olmasına iyiyim ama yalnızlığı seviyorum."
"anladım." dedim ama yine de keşke benimki de seçilmiş bir yalnızlık olsa diye düşünmeden edemedim.
saatine bakıp gitmesi gerektiğini söyledi. ama buna inanmayacaksın, numaramı aldı. o heyecanla ben onunkini almayı unuttum. saf salaklık bu. hastaneyi de komple unutmuşum. ama tüm gün boyunca yüzümdeki şapşal gülümsemeyi hiçbir şey silemedi.
buna rağmen kafamdaki bandaj hakkında hiçbir şey sormadığını sonradan fark ettim.