2 ocakbir şeyin bittiği yerde başka bir şeyin başladığı döngülerden nefret ediyorum. zihnim, küçük parçalar halinde yırtılırken odağımı korumak güçleşiyor. tanrı bir kez daha terk ediyor beni sanki, bundan zevk aldığımı gizlemiyorum. gülücüklerim bir mutluya mı, bir deliye mi ait? ayırt edemiyorum. seungmin'in pansumanını yaptığı parmaklarımı tamamen kurumamış boyanın üzerinde gezdiriyorum. saçlarımı kızıl çizmiş, burnum tıpatıp aynısı. kaş tellerimi bile bu kadar ayrıntılı görmemiştim daha önce. biraz korkutuyor bu beni. beni bu kadar incelediğini düşünmemiştim çünkü daha önce. tuvali iğrenç bir şeyi tutarmışçasına bırakıp arkamdaki duvara baktım. "öldürdüğün insanlar mı?"
jisung ve minho dahil yedi tane portre asılıydı duvarda. hepsi erkekti. sarışın kızı çizmemişti henüz, tüm vaktini benimkini çizmeye harcamış olmalıydı. ve onu öldürmeye. kafamdan atmakta çok zorlanmıştım bunu, elimden bir şey gelmeyecekti. onu kurtarsam, hyunjin'in gelip ikimizi birden keseceğine şüphe yoktu. şimdilik ben güvendeydim en azından. tabii ben böyle düşünürken o ne yaptı, gitti ve portremi minho'nun üstüne, en tepeye astı. delirecek gibi oldum. ne yani, beni öldüreceğini mi ima etmeye çalışıyordu?
ikisinin de yüzüne gerçek bir gülümseme çizmişti, bu onları sağ ve mutlu gösteriyordu. belki de onun hayal dünyasında öylelerdi zaten. her gün onları kesip tekrar yaratıyordu belki. "ailemin yanına döneceğim."
böyle bir şey yapacağımı hiç ama hiç zannetmiyordum. buna rağmen en basit kurtulma yolu olarak aklıma yalnızca bu gelebilmişti. üzerimden zorla çıkarttığı ceketimi alarak kapıya yöneldim. önceden sorsanız, yaşamımdaki tüm anları ona harcamak isterdim fakat şimdi kaçmayı seçiyordum, yaptığım tam anlamıyla buydu. yaklaşık on saniye sonra kilitli kapıyla bakışmaya başladığımda olanlar gözümden film şeridi gibi geçiyordu. "seni durduracak bir şey biliyorum aslında."
arkamı dönüp muzip sırıtışını izlemeye başladım. cebinden çıkardığı çikolata paketiyle ne yapacağını izlemeye koyuldum. bitter kuverter çikolatayı dudaklarına götürerek küçük bir parça ısırdı. ne zaman yanıma geldiğini, ceketi elimden alıp yere bıraktığını hatırlamakta güçlük çekiyorum. dudaklarından emdiğim çikolatanın tadını ise bana unutturacak hiçbir şey olamaz. öpüşlerimizi kendi hâline bırakırken durdurdu beni. "seni bir yere götürmeliyim."
insan mezbahasından çıkıp arabasına binmeye beni ikna eden şey neydi, tam olarak bilemiyorum. haklıydı belki de, kendine bu kadar güvenmesi şaşırtıcı değildi, çikolatayla birleşen tadı bana her şeyi yaptırabilecek kadar sarhoş ediciydi. bunu bilerek yapmış olması olasıydı. bir rezidansın önünde durduğumuzda kafamı eğerek ne kadar yüksek olduğunu tahmin etmeye çalıştım. burası da neydi? ikinci bir mezbaha falan mı? babasının evi mi?
asansöre bindiğimizde en yukarıdaki tuşa, 54.kata bastı. ah, hayır. beni balkondan itip düştü numarası yapacaktı? yüzümü buruşturdum. bu kesinlikle ona göre değildi. "açık havada seks seversin diye düşünmüştüm? yanılmış mıyım?" sonunda beni öldüreceksen, hiç de yanılmış sayılmazsın. aynayla arasında sıkıştığımda beyaz gömleğini düğmesinden tutarak kendime çektim. bu çocuk beyaz giymeye nasıl cüret edebiliyordu ki? biri ona sen katilsin, kendine gel demeliydi.
elimi ensesine koyarak daha çok çektim kendime, bu onu son öpüşlerim olacaktı belki de. belki de hayatta birini son öpüşüm olacaktı. ve bundan nasıl bu kadar zevk alabildim, bilmiyorum. beni daireye doğru sürüklerken kapının kenarına tutunarak durdum. "bu eve girmek istemiyorum."
gülerken bir yandan kapının kilidini açmaya çalışmakla meşguldü. "asansör fantezin olduğunu bilmiyordum."
beni içeri iten neydi? hiç olmadığım kadar ciddiyim bunu sorarken, ilerisini düşünmeden beni arkamdan itekleyen o hain hangi duygu zımbırtısı? korku? haz? tutku? kaygı?birçokların tahmin edeceği üzere önce kapıyı açtı, beni içeri çekerek kapattı. etrafıma bakınırken aklıma gelen tek tanım para kokusuydu. tamamen para ve tarz kokuyordu. hyunjin yüksek tarz sahibiydi. burayı onun dizayn ettiğinden adım gibi emindim. odaları siyah-beyaz- bordo renklerinin en güzel tonlarıyla dizmişti. tabloların bazıları ona aitti, diğerlerini çözemedim. yatak rahatlığından farksız olan bordo koltuğa bıraktım kendimi yavaşça. "neden hepsi erkek? ya da neden sadece bir kız? neden sarışın?" elimi tutarak terasa çıkardı beni. siyah bir yatak vardı. kıkırtımı gizleyemedim. "senin için getirdim bunu."
"sevişmeyeceğiz hyunjin. oturup sorularıma cevap vereceksin. anlaştık mı?" gülerek yatağa bıraktı kendini. rüzgarı bile o ayarlamıştı sanki. üşütmüyor, yavaş yavaş etrafımızda süzülüyordu. "bayılıyorum itaatkarlığına."
ironisini kulak arkası ettim. gökyüzü yıldızlı bir lacivertti bugün. kafamı kaldırarak uzun uzun inceledim. "neden durmuyorsun?"
cebindeki çikolata kutusunu çıkarıp yatağa, yanıma koydu. ardından elleri arasına alıp oynamaya başladı. "kimse bana eğlenmek neymiş, nasıl yapılırmış öğretmedi jeongin." cebinden çıkardığı telefonla uğraşmasını izledim. ellerime tutuşturduğunda açtığı videoyla ne düşüneceğimi bilemiyordum. "yanaklarınızı hafifçe kenarlara doğru çekin, unutmayın, bu hareketi çok fazla abartırsanız garip kaçabilir. yavaş yavaş başlayın. işe dişlerinizi katarsanız daha samimi gözükürsünüz. partnerinizin hareketlerini tekrarlamaktan kaçınmayın." videoyu durdurup ona baktım. beni kendine aşık eden mükemmel gülüşünü aramaya çalıştım yüzünde. hepsini lanet olası bir videodan mı öğrenmişti? gülmek için özel ders mi almıştı? "kimdi hatırlamıyordum, seni gülümseten şeyi yaparsan eğlenirsin demişti biri."
"sen de seni gülümseten şeyi yaptın bugüne kadar, öyle mi? hayır hayır, sen gülümsemeyi bile sonradan öğrenmiş biriysen, sana bunun seni gülümseteceğini kim öğretti? baban mı?"
elleriyle parçaladığı çikolata parçalarına baktım. birini öldürürken eğleniyordu, acı ne demek bilmiyordu. üzerime eğilip ağzıma uzattığı çikolatayı dudaklarımın arasına aldım. bitterin yoğun tadını damağıma hapsederken bedenini tamamen benimkinin üzerine yasladı. kasıklarımın yandığını hissetmeye başladım. eli ensemdeki tüyleri okşarken dudağımı çekiştirerek ağzındaki çikolatayla yüzümü kirletmeye başladı. başımın altındaki yumuşak yastığın ve ensemin altındaki sıcak elin verdiği rahatlıkla gözlerimi kapattım. herhangi bir tatlı tat kalmayana kadar becerdi ağzımı diliyle. "ımmm.."
gömleğin yakalarını tutarak uzaklaştırdım onu. "minho'nun portresini oraya koyman anlamsız, biliyorsun değil mi?"
yatağın üzerinden aldığı çikolata parçasını dudaklarına yerleştirdi. boynumu emmeye başladığında kendimi sıktım. boynumdan yatağa damlayan çikolataları hissedebiliyordum. her nefes sesini, vücudunda olup biten her şeyi hissedebiliyordum. boynumda hissettiğim acıyla inleyerek kafamı yastığa bastırdım. "onu sen değil.. ben öldürdüm."
kafasını boynumdan kaldırdı. "bir dahakine hatırlat da ağız topu getireyim sana. saçmalıklarına maruz kalmak zorunda kalmayız böylece."
kararlılığımı korumak öyle zordu ki.. "sevişmeyeceğiz."
"sevişeceğiz diyen kim?" yataktan kalkarak içeri doğru ilerledi. "sana bir şey göstermek için getirdim seni buraya."
--
fic hakkında
bir seyler yazınne yaptıgımı bilen
var mı
neler yapacagımı
tahmin edebilen?col mi dı vilın cız aem bisı kilın i