alın lan oy sınırı 20 yorum 40 yb fınal buyuk ıhtımalle--
şimdi tüm bunların ne önemi var, ben bile idrak edemiyorum. elimle kafamdaki sargı bezini çekerek kenara fırlatıyorum ve elimdeki kanları pantolonuma sürüyorum umursamazca. hangisiydi hatırlamıyorum, birisi canımın yanmaması için kendimi parçalara ayırmam gerektiğinden falan bahsetmişti. yalan hepsi, biliyorum elbette. hepsi beni daha berbat etmesi için sunulmuş saçma bir nedenden fazlası değil. yaşamaya değmezdi, geçtiğim her yolda istisnasız ellerime batan dikenler bu dünyayı yaşanabilir kılmıyordu. eksik bir şey olduğuna eminim ama, kimsenin değiştiremeyeceği yegane şey bu. ölen kardeşimin, onun yüzünden kaybettiğim yakın arkadaşımın ve dünyanın en sıcak insanları diyebileceğim, bana kısa süre için de olsa gerçek yuva neymiş öğreten anne babamın bile değiştiremeyeceği bir boşluk. herhangi biri için değil bu boşluk, herhangi bir yer için hiç değil.
neden bunu yapıyorum bilmiyorum, benimle ilgili bilmeniz gereken tek şey belki de hiçbir şeyi gerçekten bilmediğim. neden o boşluğu doldurmaya çalışıyorum ki, bu neyi sağlayacak? hangi güzel anıyı başa sarabilirim ki? ve gidip bunca yaşantı arasından hyunjin'in dokunuşlarını bedenimde hissettiğim anıları seçersem bunu nasıl anlamlandıracağım? kendimi nasıl kurtaracağım? hangi boşluğu dolduracağım? hangi boşluğunu saçma hayatımın? bu şeytan yerine bir melek koyabilir miyim? çocukken tiyatroda hep üzgün rolü alıp provalarda gerçekten ağlayışımı gerçek oyunculuk diye tebrik etmek daha kolaydır belki de. elimdeki beysbol sopasını sıkıca kavrarken tam olarak bunu düşünüyorum işte, söyle ve boş ver gitsin işte.
itiraf etmek zor falan değil, onun kuklasıyım gerçekten. yer yer grileşmiş saçlara bakarken o olsaydı nasıl yapardı diye düşündüm. saçları tutar ve geriye çekerek boynu savunmasız bırakırdı. kemikli parmakların boğumları kızarırdı ve tuttuğu teller gerilirdi. adamın sıktığı yamuk dişlerden birkaç tanesini koparırdı belki, öylesine. yeni tablosunda kullanmak için. sopayı adamın yüzünün tam ortasını hedef alarak savurduğumda ağzımdan istemsiz bir inleme döküldü. içimde bir yerlerin sızladığını hissediyordum sanki, öylesine.
adamın yerinde zor duran çenesini sıkarak kendime çektim. daha çok annesine çekmiş olmalıydı. bir anlığına tanıştığımızı hayal ettim. "merhaba ben hyunjin'in kölesi, babasının katiliyim."
sevgilisi falan değildim, kendimi kandırmaya gerek yoktu. bir şeyleri abartmayı oldum olası sevmezdim. ben buydum işte, fazlasını beklemek aptallık olurdu. kuklası olmak zevk vermiyor da değildi. sadece eskiye gittiğimde bazen hyunjin'e anlam veremediğim ve seungmin'le yemekhanede oturarak hocaların dedikodusunu yaptığımız günleri düşünüyordum. ve bu lanet olası gözlerimi dolduruyordu. geriye dönebilsem ne pahasına olursa olsun korurdum onu. bunu yazmak çok koyuyor, korurdum anlıyor musun?
kimsenin, tanrının bile ona kötü davranmasına izin vermezdim. bunları düşünmek bana iyi gelmeyecek..aksine kötülük getirecek biliyorum. kendimi durduramıyorum. "hepsi senin suçun." sadece birini suçlamak hiç olmadığı kadar iyi gelmişti. suratı tanınmaz hale gelene kadar dövdüm onu. "yanlış yapıyorsun.."
gözyaşlarımı elimin tersiyle silerek en sert bakışlarımı takınmaya çalıştım. lanet olası kırgın çocuğu oynamayı acilen bırakmalıydım, aksi hâlde buna devam edebilmem imkansızdı. bir kolunu ortadaki inşaat demirine bağladığım inşaata baktım. kanıtları yok etmek için öldüğüne emin olduktan sonra aşağıdaki sulara bırakacaktım ölü bedeni. sonra da sonsuza dek orada kalacağımı umarak hyunjin'in kollarına atılmayı hayal ediyordum sanırım. üzülmüyordum, bu kadar kişiyi öldürmüştüm. aptal bir aşk uğruna mı? evet, herkes böyle diyecekti ama kim bilir, belki de bu benim boşluğumu dolduracak o kayıp parçaydı. ve bu olasılığı göze almıştım bir kez. geri dönmek için şansım yoktu, ellerimin arasındaki adamı diriltmeye çalışıp hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım.
henüz ölmemişti, onu nasıl öldürmek istediğimi bilmiyordum. her ne kadar zihnime kazınmasını engellemeye çalışsam da bunu başaramayacağım ortada gibiydi. derin bir nefes alarak daha fazla düşünmemeye çalıştım, hyunjin'in katilini öldürdüğümü düşündüm, bir nevi öyleydi zaten. yüzü kırmızılıklar içinde önümde yatan adam, hyunjin'i bu hâle getiren katil babasıydı. "sonunda senden de, vahşetten de kurtuluyoruz. bana söz verdiği gibi, her katilin sevgilisi gibi uzaklara kaçarak yeni, sakin bir hayata başlayacağız. ve sen, ne olacağını merak ediyor musun?" yakalarından tutarak hırpalamaya başladım. "çürüyeceksin, yavaş yavaş cehenneme, ait olduğun yere gitmek üzere."
güldüm yavaşça. ellerimi iğrenerek çektim yakalarından, kanlı dış kısmını gömleğine sürerek temizledim. hyunjin'in yanına babasının kanıyla gitmek istemiyordum elbette. cebimdeki bıçağı çıkararak boğazına dayadım. aklıma seungmin'i getirmişti, zorla yutkundum. "seungminde zorlandığım kadar zorlanmamalıyım. sen onun tırnağı etmezsin piç."
bıçağı sertçe şahdamarın üzerine bastırdım. hızla sıçrayan kan görüşümü bulanıklaştırdı. elimdeki kafayı yere bırarak uzaklaştım. üzerimi kana bulamıştım bile, sıkı bir temizlik yapmam gerekiyordu etraf için de. cebimden çıkardığım kalın ipi vincin ucundaki kancaya geçirdim. diğer ucunu adamın beline bağlarken hâlâ hafifçe hareket ettiğini hissedebiliyordum. vinci aşağıya doğru hareketlendirmeye başladığımda arkamda duyduğum ayak sesleriyle duraksadım. yüzümü onlara döndüğümde gördüğüm üniformalar bu hikayede belki de karşılaşacağımı asla ummadığım kişilere aitti.
--
yb yok
sıze kusum