hayır. işe kalple başlamalı. o zaman soğuğu da fazla hissetmezsiniz. acıyı da fazla hissetmezsiniz. kalbi yok ettikten sonra elinize sahip olmanız için bir sebep kalmaz. gözleriniz ölümü görür ama titremez. bizi ele veren kalbimizdir hep, bizi ağlatan, yolumuza devam edeceğimize ölülerimizi gömmekle vakit kaybetmemize yol açan. geceleri rahatımızı kaçıran, kendi kendimizden nefret ettiren kalbimizdir hep. bize eski şarkılar söyleten, eski sıcak günlerin anılarını canlandıran, yangını yeni sönmüş her köyde sarsılmamıza yol açan kalbimizdir hep.bir orman var gözlerimin önünde. hemen hemen aynı boylarda olan üç oğlan çocuğu gülerek koşuşturuyor. biri kolunu diğerinin omzuna atıyor yanına yaklaşarak. diğeri kıskanmışçasına yanlarına gelerek ortadaki çocuğun boştaki omzunda yerini alıyor. soluklanmak için duraklıyorlar yol ağzında. ortadaki kahve saçlı çocuk gözlerinden akan yaşları hissediyor. hayatında bu iki insandan başka kimseyi tanımıyormuş gibi hissediyor. tüm hayatının bu iki insandan ibaret olduğunu biliyor ve bu cılız bedeninin tir tir titremesi için yeterli bir sebep hâline geliyor. kimsenin onu anlamayacağını bilmesine rağmen anlatmak istiyor. kendini kandırmak. kendini kandırmak. sevilmeyeceğini bilmesine rağmen seviyormuş gibi yapsın istiyor. onu kullansın. kullansın. birkaç saniye de olsa hissedeyim o yalan sıcaklığı. beni kollarına alsın, ona tüm dünyayı vermeye hazırım. "yurda döneceğim."
onay alarak sormuştum. titreyen ellerimi arkamda birleştirerek dolu gözlerimi yere diktim. hyunjin'in gözleri normal değildi. sizi ele geçirmek, kendine kilitlemek, hipnoz etmek gibi fiilleri sıralayabilirdiniz onlar için. mavi ve kırmızının birbirine karıştığı parmakları çenemde, ardından yanağımda hissettim. kapanan gözlerimden bir damla yaş parmağına doğru aktı. "yorgunsun, seni bırakmamı ister misin?"
"hayır giderim ben-" dedim hızlıca. devamını, aklımdan geçenleri söylemeye cesaret edemeden. yavaşça ayağa kalkarken aynı şekilde göz teması kurmamaya çalışıyordum. "jeongin." durdum. "bana bak." ayağa kalkarak önümde durdu. sıçtığımın resmiydi. gözlerine baktığımda vahşet sahneleri yeniden hücum etmeye başladı beynime. siyah lensler karşısında hiç şansımın olmadığını anlamam uzun sürmemişti. "beni izlemeni istiyorum."
içimde parçalanan tüm sesler birleşerek önce ona, sonra bana saldırmaya başladılar. hayır, buna katlanmama imkan yoktu. yine de korktum, hyunjin gibi bir tipe nasıl davranılır bilemiyordum. "gitmem gerekiyor." diyebildim sadece. yüzlerimizin yakınlığı beni terletmeye, germeye başlamıştı. kanla ve boyayla kaplı parmağını yanağımda gezdirmeye başladı. kulağıma doğru eğilen yüzü içimi gıdıklıyordu. "oysa öğretmenin olmaya can atıyordum."
ondan başka şekilde kurtulamazdım. "ben de öğretmenim olmanı istiyorum." fısıldayan sesimin hoşuna gitmesini umuyordum, kanı yavaş yavaş duran parmaklarımı dudaklarına yanaştırdım. parmaklarıma temas eden dilinde acının keskinliğini hissettim. üç parmağımı ağzına aldığında ise kendimi inleyerek kucağına bıraktım. parmaklarım tekrardan kanamaya başlamıştı. sağ elimle ensesine yapışarak seslice inlemeye devam ettim. canım feci yanıyordu. ağzının içindeki parmak uçlarım alev alıyordu, belimi kavrayan elde vahşetin ıslaklığını hissettim.
"ah..jeongin." kafamı kaldırarak dudaklarının kenarlarına baktım. avlanmış bir aslandan farksızdı, kanıma bulanmıştı. dili, dişleri, çenesi..avın tadına doyamamış bir aslana aitti. kıkırtısı kulaklarımı doldururken tüm tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. yüzümü boynuna yaklaştırdım, "gitmeliyim."
ah, kendimi yurda attığımda neler yaptım bir bilseniz. evet. kapının önüne çöktüm ve uzun bir süre boşluğu izledikten sonra uzun bir süre de ağladım. içim dışıma çıkana kadar, gözlerimin şişinden etrafı göremeyene kadar. sonrasında aklıma gelen şeyle gözlerimi hızlıca silerek arka cebimdeki telefona uzandım.