Zorlukla nefesimi alırken adımlarımı dikkatle atmaya devam ettim. Giderek yükselen sis neredeyse dizlerime ulaşmıştı. Ufukta batan güneşin son ışıkları da kaybolmak üzereydi. Gökyüzünde kendini belli eden ay yolumuzu aydınlatmaktan uzaktı.
Korkuyordum. Nefes nefes attığım adımlar sisin içinde yok oluyordu. Nereye bastığımı bilmeden koşar adım yürüyordum. Sırt oluğumdan akan teri hissedebiliyordum. Gerginlikten buz kesen parmaklarım kendi kendine seğiriyordu.
Omuzlarımda hissettiğim sert parmaklar durmama neden olurken kurtulmak için silkelendim. "İris sakin ol! Biz buradayız." Gaius kelimelerinin bana ulaşması için kendine çevirip gözlerimin içine baktı. Omuzlarıma bir kez daha baskı uygulayıp serbest bıraktığında derin bir nefes aldım.
Başından beri bana yol arkadaşlığı eden ikili varken korkuma yenik düşmem komikti aslında. Fakat ne yaparsam yapayım can havline kapılmadan duramıyordum. Şu an su yılanı bile daha az korkutucuydu gözümde. Belirsiz bir sis denizinin arasında garip sanrılarla uğraşmaktansa on su yılanıyla nehirde boğuşmayı tercih ederdim.
Önümde tüm heybetiyle dikelen dakikalar öncesinde sinirimi tepeme ulaştıran bedene göz attım. Güvende olacaktım. Yapmam gereken tek şey onları dinlemekti. Derin bir nefes verip kafamla onayladım gözlerinin içine bakarken. Sırtımı dönüp Setsu'nun peşine takıldım tekrardan.
Sessizlik içinde geçen dakikaların sonunda güneş tamamen kaybolmuştu. Sis dizimin hizasında dalgalanıyordu. Ayın ışığı etrafı aydınlatmak için yetersiz kalsa da düzlük alanda olduğumuz için ışık iş görüyordu. Hafif esen rüzgâr saçlarımı havalandırırken umursamadan sisin içinde ayırt edemediğim yola diktim gözlerimi. Huzursuzluk ruhumu kemiriyordu. Attığım adımları görememek huzursuzluğumu tetikliyordu.
"Öylesine bir sis olma olasılığı sizce kaç?"
Gözümü yoldan ayırmadan "Dakikalar önce ayağımın dibinden bir el cisimciği geçtiğini görmesem buna inanabilirdim."
"Yanlış görme olasılığın?"
Setsu'ya dik dik baktım. "Tamam, tamam sustum."
"O eli ben görmedim sadece, Gaius'un da bu konuda söyleyecek bir şeyleri olabilir."
"İkinizde çenenizi kapatın ve yürüyün."
Şaşkınlıkla duraksarken arkamdan itilmem ile yürümeye devam ettim. Su yılanı olayında olan rahatlığı yoktu üstünde. Mezar taşlarını fark ettiğimizden beri dikkatliydi. Gaius, en başından bu mezarlığı sevmemişti. Benim bilmediğim şeyler bildiğine emindim. Ama buna zaman yoktu. Bir daha kötü havayı dağıtıp bilgi tırtıklayacak takatim kalmamıştı. Tek istediğim buradan bir an evvel kurtulmaktı.
O kadar korkuyordum ki açlığımda susuzluğumda kaybolmuştu. Gözlerim yolda hızlı adımlarımı elimden geldiğince dikkatli atarken gözüme takılan suretle çığlığı bastım.
Havaya zıplarken olduğum yerden uzaklaşmak amacıyla Setsu'yu itekledim. Beni çevik bir hareketle çevirip arkasına alırken neyden kaçtığımı bulmak için yere dikti gözünü. Sis boş perde misali dalgalanınca bana dönen iblis gözler kızgınlığını hissettiriyordu.
"Bir şey vardı. Biri hatta. Eminim."
Sabır dileyen Gaius'a ses çıkarmadan baktım. Önüme geçen Setsu "Aramızda kal." diyerek bir süre silueti gördüğüm noktaya bakıp yürümeye devam etti.
Ama ben dilimi tutamayacaktım. Korkum ve gerginliğim davranışlarımın düzensizleşmesini tetikliyordu. "Bu kadar korkmasam ben size bu tavrı gösterirdim. Şunun farkındasınızdır umarım; ben insanım. Kahrolasıca bir İNSAN! Yani düz ölümlü. Bu tür meseleler sizi korkutmasa da haklı olarak beni korkutuyor. Ben korkmasam ikinize de yapacağımı biliyorum ya neyse..." başta sesli başladığım cümleler sonuna doğru mırıltıya dönmüştü.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAMHAİN
FantasyAsırlardır hakkı olanı almak için çabalayan bir savaşçı... Önüne çıkan engellerle durdurulamayacak bir paralı asker... Yüzyıllardır savaşan iblis, bin yıldır beklediği eşini sonunda bulmuştu. Eşinin türü hakkındaki gizemi ondan uzak durmasına neden...