10. BÖLÜM

558 64 6
                                    

Kütüphanenin loş ışığında bahsedilen savaş hakkında bir şeyler bulmaya çalışıyordum fakat bulduğum çoğu güncel yazı iblis dilinde kayıt altına alınmıştı. Sinir krizi geçirmeme ramak kalmıştı.

Setsu ile konuşmamızı bölen Gaius sinirle beni kaleye geri götürdüğünde olanlara anlam verememiştim. Rahatlamak için girdiğim küvetteki uzun seansın ardından deliksiz bir uyku çekmiştim. O kadar derin uyumuştum ki kahvaltıyı dahi kaçırmıştım. Sonrasında ise kimseye görünmeden kütüphaneye araştırma yapmak için gelmiştim. Şimdi masaya yığdığım kâğıt yığını ile karşı karşıyaydım fakat hüsran ile bakmaktaydım. Çünkü tek kelime anlamadığım harf dizisi asabımı bozmaya başlamıştı artık.

Geriye yaslanıp gözlerimi kapattım. İçim sıkılmıştı.

Geldiğim günden beri elle tutulur hiçbir şey öğrenememiştim. Üstelik kafamda daha çok soru birikmişti. Derin bir nefes vererek gözümü açıp bulunduğum yerde dikeldim. Etrafı toparlamak için ayaklandıktan bir süre sonra Cassius elinde meyve tepsisi ile içeri girmişti. Onun bu haline bakakalmıştım. Moralinin epey yüksek olduğu belli olan surat ifadesi  paha biçilmezdi. Omuzlarını sarıp vücuduna oturan gömleğin etekleri siyah kumaş pantolonun içine sokulmuştu. Dizlerine gelen binici çizmeleri göz doldururken yanıma gelmeden önce ne yaptığını düşünmeme neden olmuştu. Benim olduğum yere dönmeden "Ne zaman ineceksin oradan?" dedi.

Sorunun bana sorulduğunu anlamam için zeki olmama gerek yoktu. Yine de yerimden kıpırdamadan onun masanın üzerine eğilen sırtına dalmıştım. Bu saatte kütüphanede ne işi vardı?
"İris?" Gözlerimiz kesiştiğinde kaşları çatıldı. Elimdeki son parşömeni rastgele bir rafa bırakıp yanına ilerledim. Yürümeye başladığım andan itibaren gri gözleriyle takip ettiği için sinirlerim gerilse de hareketlerime yansıtmamaya çalışarak tepsideki üzümlerden birini ağzıma attım. "Kimin için bunlar?"

"Bizim için tabi ki."

Kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktığımda ikimizin oturması içinde sandalye çekti. Sandalyelere çöktüğümüzde "Dün ders vermemiş olsam da bugün telafi edeceğimden emin olabilirsin." diyerek dersin ağırlığı konusun da verdiği ipucunu itirazsız kabul ettim.

Sonraki saat büyük bir ciddiyetle iblis dili üstüne yoğunlaşmıştık. Ders boyunca dibimde olan bu adam diken üstünde durmama neden oluyordu. Üstelik gözümün içine bakarak ifade ettiği her kelimeye odaklanmak için sarf ettiğim çaba da cabasıydı.

Geriye yaslandığında dersin bittiğini anladım. Ağzına attığı yeşil üzüme dalmış konuyu nasıl açacağımı düşünüyordum. Sonunda düşünmemin bir anlamı olmadığını anlayıp pat diye konuya girdim. "İçinde bulunduğunuz savaş ne?"
Keyifli yüz ifadesi silinirken olduğu yerde dikelip beni tartarcasına baktı bir süre. "Ne savaşı?"
"Hani hepinizin dilinden düşmeyen, sizi gerip diken üstünde olmanızı sağlayan savaştan bahsediyorum."
"Endişelenmeni gerektirecek bir şey yok. Ben olduğum sürece savaşın varlığı sana dokunmayacak." Sesindeki kararlılık, gözlerinde ki vaat tüylerimin ürpermesine neden olurken yutkundum. "Savaştan korkmuyorum. Merak ediyorum." diyebildim sadece.

Parşömenleri toplamak için gözlerini gözlerimden ayırdığında kaçmak istediğini anlamıştım. "Savaştan herkes korkar İris. Korkmalı da. Özellikle de sen. Unutma bu dünyaya tamamen yabancısın. Burası kendi dünyana benzemez. Buradaki savaşlar zannettiklerinin çok ötesinde." Durumun ciddiyetini çoktan anlamıştım. Hepsinin benden köşe bucak saklanarak konuştuğu bu durum pek de iç açıcı olmamalıydı. "Anlatmayacak mısın?"

Gitmek için ayaklandı. Sorularımdan kaçıyordu.

"Belki, zamanı geldiğinde. Fakat  şu an değil."

SAMHAİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin