Herkese merhaba,
Bu zamanda yeni bir hikayeye başlamak ne kadar doğru bilemiyorum ama pazartesiden beri yaşadığım kararsızlığın sonucunda hikayeye başlamak istedim. Belki bir yerlerde buna ihtiyacı olan vardır diye düşündüm. Şu an ihtiyacı olmayan için her zaman sonrasında burada duruyor olacak nasılsa.
Başta sevdiklerini, yakınlarını, tanıdıklarını kaybedenlere ve sonrasında da geri kalan herkese başsağlığı diliyorum. Yaşananlara, hayatını kaybedenlere öyle bir üzüldük, kahrolduk ki, gidenlerin hepsi ailemizmiş gibi hissettik. Çaresizlikten delirdik. Her gün her saniye istisnasız bir şeylere karşı sabrımız sınandı. Hala da sınanıyor maalesef. Yani bundan sonrası için Allah'ımdan en büyük temennim bu yaşananlardan direkt olarak etkilenen herkese dayanma gücü vermesi, sonrasında da akıl sağlığımızı koruyabilmemiz için cümlemize kuvvet vermesi...
Dertleşmek, yazmak, konuşmak ya da talepte bulunmak isteyen herkese DM kutum da, burası da her zaman açık. Umarım biraz bir şeyler okuyabilecek dikkatiniz kalmıştır. Kalmadıysa da ilk paragrafta dediğim gibi, hikaye her zaman burada olacak :) Kendinizi biraz da olsa iyi hissettiğinizde ya da belki iyi hissetmek istediğinizde buluşuruz.
Sevgiyle, sabırla ve kuvvetle kalmanızı dilerim. Umarım bir gün bu ülkede bir şeyleri düşünmeden ve bir şeylere üzülmeden geçirdiğimiz günler görürüz...
Dip not: Hikaye zaman zaman hüzünlü bir hal alabilir, komedi bulma umuduyla geldiyseniz şimdiden çok çok özür dilerim :)
1. Bölüm
Bilgisayar ekranına boş boş baktığı, nadir yaşanan günlerden biriydi. Aslında kasım ayı için hava sıcak başlamıştı sabah. Tam olarak geç kalmış bir pastırma yazı tadında denebilirdi. Hangi mevsimin insanı olduğunu bilmediğinden, kapalı havalar onu moda sokup melankolik mi yapıyor, yoksa böyle yazdan kalma güneşli günler sıcak mı bastırıyordu, bilmiyordu. Tek bildiği bugün dikkati dağınıktı.
İş yerinde pek böyle olmazdı Nilüfer. Özellikle bulunduğu departmandan kaynaklı olarak onların ekibinden sürekli bir aktiflik beklenirdi. Nilüfer departmanının en sakin sessiz insanıydı. Ama kafası hızlı ve iyi çalışan ender insanlardan olduğu için şirket bünyesinde değer görürdü. Kimse ona ilişmediği sürece sorun yoktu. Genel olarak insanlarla arası kötü değildi ama iyi de değildi. Düşmanı olmadığı gibi çok yakın arkadaşları da yoktu. Bir tane çok sevdiği Çisil adında bir arkadaşı vardı, o da ne yazık ki dört sene evvel onların şirketinin hisselerinin bir kısmını satın alarak ortakları olan bir Amerikan şirketinin San Francisco'daki genel merkezine gönderilmişti. Bu önemli tayin-terfi durumunda ilk olarak ekibin en eskilerinden ve en kıdemlilerinden olduğu için Nilüfer'in adı geçmişti tabii ki. Ama Nilüfer kendisini büyüten anneannesini bırakıp gidememişti. Amerika ha deyince gidip gelebileceğin bir yer değildi. Belki gitseydi çok kazanacak ve maddi olarak bir sıkıntısı olmayacaktı ama çok kazanabilmesi için de çok çalışması gerekecekti. Bu yüzden de doğru dürüst Türkiye'ye gelemeyecekti.
Aslında Amerika Nilüfer için hassas bir konuydu. Eğer ki anneannesi burada tek başına olmasa bir saniye bile düşünmez, giderdi. Hem de karşılaşacağı her duruma razı bir şekilde giderdi.
Bir buçuk sene evvel anneannesi ne yazık ki vefat etmişti ve Nilüfer hala buradaydı. Tek başınaydı. Bir daha öyle bir fırsat kapısı hiç aralanmamıştı. Bu yılın başlarında üst yönetimin ağzını bir yoklamıştı, Çisil'e de söylemişti ama maalesef buradan onay çıkmamıştı.
Nilüfer de bu durumla artık barış sağlamış, hayatının bu istikamette gideceği gerçeğini kabullenmişti. Zaten yaşı otuz beş olmuştu. Bundan öteye güzelleşecek pek bir şey kalmamıştı artık. Yalnız ve monoton bir hayat yaşamış bir insan olarak ölecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞANMAMIŞ YILLAR
RomanceNilüfer için hayat hiç kolay değildi. Otuz beş yıllık ömrü boyunca sadece Görkem'le olduğu on ay boyunca mutlu olabilmişti. Hepi topu on ay. Ne öncesinde yüzü gülmüştü, ne de sonrasında. Görkem için de durum aynıydı. Nilüfer'i tanıyana kadar mutluym...