9. Bölüm

2K 255 54
                                    

Sonuncu çiböreğini lahmacun gibi sararak ucunu peçeteyle tuttu. Sanki iki tane daha yememiş gibi bir iştahla kocaman bir ısırık alırken Görkem'in kendisine eğlenen bir gülümsemeyle baktığını fark edince lokması ağzında kaldı. Gergince ısırıp biraz çiğnedikten sonra elini ağzına siper etti. "Ne bakıyorsun öyle ya lokmamı sayar gibi?" dedi homur homur.

Görkem bu kez sessizce güldü. O da kendi çiböreğini yerken "Kötü niyetle bakmıyorum, çok güzel yiyorsun ona bakıyordum," dedi. Kendisi daha insani bir şekilde bıçakla kesip çatala dolayarak yemeyi sürdürüyordu.

"Sen de böyle ye, niye çatalla zorluyorsun ki anlamadım. Amerika'da her şey ilkel bir biçimde yenmiyor mu?"

"O nereden çıktı?"

"Hamburger, tavuk kanadı falan... Ne bileyim... Fast food ülkesi değil mi orası?"

Görkem bu eğlenme halini sevmişti ve hiç kaybedesi yoktu. Nilüfer'in o çocuksu çekingenliği gidince geriye o kendine has komik sempatikliği kalmıştı.

"Amerika'da tek tip yemek kavramı yok. Her şey var ama her şey... Ne istersen çok rahat bulursun. Ben Latin yemeklerini ve İtalyan mutfağını severim mesela. O tipte restoranlara çok giderim. Gayet de çatal bıçaklayım."

"Pizzada bile mi?"

"Pizzada bile."

"Sen bu hayatı yaşamıyorsun," dedi Nilüfer yine koca bir ısırık alırken. Görkem kaş altından gülümseyerek ona bakarken "Yaşadığımı sanmıyorum zaten," dedi imalı bir biçimde.

Nilüfer onun bu küçük laf cambazlığını görmezden geldi. "Meksika restoranlarına da çok gidiyorsun o zaman. Nasıl onlar, eğlenceli ortamları oluyor mu?"

Görkem başını olumlu anlamda salladı ağzında lokması varken. "Hem de çok. Özellikle müzikli ve danslı olanlarına giderim."

Nilüfer ufak hayallere dalarak gülümsedi. Görkem'i, koca şapkalı Mariachi gruplarının müzik yaptığı büyük bir restoranda hayal edebiliyordu. Kafasında tatlı bir görüntü oluşmuştu.

Görkem onun özendiğini saklamaya çalışan tebessümlü ifadesini yakalamıştı. Nilüfer'in bu sık sık sorduğu hevesli sorularının arkasında, geçmiş zamanlardan kalma hayallerinin olduğunu biliyordu. Eğer fırsatını verse, birazcık kendine teslim olmayı başarabilse Görkem bir saniye bile düşünmeden onu beraberinde Amerika'ya götürürdü zaten.

Nilüfer çiböreğini bitirdikten sonra pipetiyle ayranının dibinde kalan köpüğü höpürdeterek içti. Yaptığı her sevimli olayda Görkem'in içindeki onu öpme isteği çılgınca artıyordu. Ayranıyla da işi bitince kafasına hoodie'sinin şapkasını geçirip arkasına yaslandı ve ayaklarını uzattı. Ümitsizce etrafına bakınıp çay dağıtan bir garson aradı.

Görkem de yemeğini bitirdikten sonra onun gibi rahat bir pozisyona geçti. Havanın tüm serinliğine rağmen dışarıda oturdukları için, ikisi de biraz üşüyordu.

Nilüfer çay dağıtan birilerini göremeyince pes ederek "En iyisi daha sonra bir çay ya da kahve molası daha vermek sanırım. Zaten kahveye ihtiyacımız olacak gibi, zira beni tatlı tatlı uyku bastırıyor," dedi.

"Ben kullanayım istersen? Sen biraz uyu."

Nilüfer tek kaşını kaldırarak ona döndü. "Gerçekten mi?"

Görkem omuzlarını silkti. "Tabii ki. Bu konuda niye seni kandırayım ki? Merak etme, arabana iyi bakarım. İyi şoförümdür."

Nilüfer sırıttı. "Aşk olsun. Bir şey mi dedim? Daha ilk geldiğinizde anahtarı vermeyi teklif etmiştim, hatırlatırım." Gerçekten arabanın anahtarını montunun cebinden çıkarıp Görkem'e verdi. Görkem anahtarı alırken ayaklandı, Nilüfer de ağır hareketlerle ona uyum sağladı.

YAŞANMAMIŞ YILLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin