Bölüm 5 | Geçmişteki Ben

894 80 80
                                    

Hikayede geçen olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişilerle ve olaylarla ilgisi yoktur.


Yaşadığım bu kabullenişle kalbime ve bedenime büyük ferahlama geldiğini hissettim. Bir kuş kadar hafiflemiş gibiydim. Önümde ne kadar zorlu yollar olursa olsun, insanın kabullenmesi ve farkında olması en büyük adımdı.

Korku var mıydı, vardı. Belirsizlik var mıydı, vardı. Bana yabancı mıydı, yabancıydı. Onun bana bakan gözlerine içimden gülümsedim. Gerekirse yeniden tanışacaktım onunla ama onu kurtaracaktım.

Derin sessizlik hakim olduğunda zor bulduğum sesimle konuştum. "Affedin şehzadem, ben..." deyip duraksadım, boğazımı temizleme ihtiyacı hissetmiştim. "...ben öyle demek istemedim. Ağzımdan birden çıktı. Bu aralar pek iyi değilim. Aklım başımda değil." desem de dedikten sonra bedenimi ufak bir korku sardı. Beni deli zannetmezdi değil mi? Ama bence deli olamayacak kadarda aklı başında görünüyordum. Yani bana göre...

"Belli," dedi başını aşağı yukarı sallayıp. "Lakin hala sualime cevap vermedin." yüzümü yerden kaldırıp gözlerine baktım. Neydi bu ısrarın sebebi?

"Ben," dedim yine. "Herkes kadar tanıyorum sizi. Şehzadesiniz..." Normal halktan biri bir şehzadeyi ne kadar tanıyabilirdi ki? Sorgular bir biçimde kaşlarını kaldırıp dudaklarını birbirine bastırdı.

"Yalan söylüyorsun." gözlerimi kıstım. Ufak bir korku dalgası bedenimden geçti. Kalbim haddinden fazla çarpmaya başladı. Bir şeyleri anlamış olabilir miydi, çok mu belliydi bir şeyler sakladığım?

"Hayır, sizi çok tanımıyorum. Hakkınız...."

"O halde," Elini kaldırıp lafımı kesti. "Kimsenin bilmediği, şiirlerimde kullandığım mahlasımı nereden biliyorsun?" kaşlarım istemsizce yukarı kalktı. Yaşadığım korku bir türlü geçmiyor, cevapsız bıraktığım sorular bir yerde beni ele verecek diye korkuyordum.

Fakat bunu gerçekten bilmiyordum. Bilmediğim bir şeyi de ele vermem imkansızdı.

"Mahlasınız...?" dedim dudaklarımı büzerek. "Bilmiyorum." ufak bir gülüş görür gibi oldum dudaklarında.

"Beni ilk gördüğünde bana mahlasımla seslendin." başını aşağı yukarı bir sefer sallayıp tepkimi ölçer gibi bana baktı. Soru sorar bakışlarım değişmediğinde bana bir adım attı.

"Mirza," duyduğum isimle kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başlarken nefes alamadım. Kalbimin sesini duymasından mı korkmalıydım, ağzından dökülen isimden mi? "Bana Mirza diye seslendin."

"Mirza," dedim dudaklarım titrerken. Bu ismi söylemek beni rahatlatırmışçasına gülümsemek istedim. Doyasıya söylemek istediğim ismini şu an söyleyebiliyordum. Bir anlamı vardı. Mirza Mehmet'ti. İkisi aynı kişiydi. İçimi aniden bir rahatlama doldurduğunda haykırarak ismini bağırmak istedim.

Ağzımdan çıkan ismine başını aşağı yukarı salladı. "Mirza," dedim tekrardan. "Sizin mahlasınız mı?" yine başını aşağı yukarı salladı.

"Ben, bilmiyordum." dedim. Ne diyebilirdim ki? Bu gerçek beni ne kadar yaralasa da hayatın da beni ilk defa görmüş, benim ağzımdan da kimsenin bilmediğin mahlasını duymuştu.

"Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi?" gözlerini kıstı.

"Ben," diyeceklerimi, ölçüp, biçip tartıyordum. Eğer gerçekten mahlası oysa, evet, ona mahlasıyla seslenmiştim. İnkar edemezdim. Birisinden duydum desem o birisi kimdi? "Ben, sizi birisine benzettim. Tanıdığım birinin ismiydi." dedim en sonunda. Kendime kızmayı sonraya bıraktım. Maksimum yalan yeteneğim bu muydu sahiden? Sonra aklıma gelenle gülümsedim.

Hükm-ü KaderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin