Hikayede geçen kişi ve olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.
"Nasıl, iyi mi?"
"İyi sultanım, verdiğim şifalı otlar sayesinde dün geldiğinden beri uyuyor." kopuk kopuk duyduğum bu sesler benim hakkımda olmalıydı.
Kalbimde derin bir yara ile gözlerime vuran güneş ışığıyla gözlerimi açtım. Bana tanıdık gelen bu yerde ikinci kez gözlerimi açıyordum. Yeniden şifahaneydim. Gözlerimi açar açmaz içimi saran derin kederle ağlamak istedim. Gözümün önüne gelen görüntüler korkunçtu. Korkunç ve ne yazık ki gerçekti.
Yatağımda kıpırdandığımda az önce seslerini duyduğum iki kişi yanıma geldi. Birisini tanıyordum. Daha önceki geldiğimde beni tedavi eden hekim kadındı. Diğeri ise oldukça güzel giyinmiş, işlemeli mavi elbisesi olan ve taktığı takılarla oldukça şık görünen benim yaşlarımda bir kızdı. Zengin birine benziyordu.
"Akça hatun," dedi zengin olan nahif sesiyle. İsmimi bilmesine şaşırsam da üstelemedim. Şu an umurumda değildi. "Uyandın mı, iyisin inşallah." Başımı salladım.
"Ailem," diye fısıldadım zor çıkan sesimle. "Neredeler, onları görmek istiyorum, ne zamandan beri buradayım ben?"
"Dün gece getirildin saraya." dedi oldukça ihtişamlı giyinmiş olan kız. "Başın sağ olsun." dedi yine üzgün bir biçimde.
"Neredeler?" diye üsteledim sol gözümden yastığa bir damla yaş akarken. Baş sağlığına ihtiyacım yoktu. İçimdeki suçluluk duygusu ve hüznün altında eziliyordum.
"Tüm ailen..." dedi ve yutkundu. "...bugün öğle namazıyla beraber Eyüp Sultan Mezarlığı'na defnedildi." Bu kadar çabuk muydu? Yutkundum. Aynı acıydı sanki yaşadığım. İkinci kez uyanıp ikinci kez sevdiğim insanların defnedildiğini öğreniyordum. Benim gerçek ailem olmayabilirlerdi, canımı Mirza kadar yakmayabilirdi ama içimdeki suçluluk duygusu hepsinden beterdi. Altında ezildiğim bir duyguydu.
Onu onaylar biçimde başımı salladım. "Bu kadar çabuk muydu?" diye fısıldasam da beni duyduğuma emindim.
"Siz kimsiniz?" dedim kuruluk boğazımı acıtırken.
"Ben Esmehan Sultan," dedi hafifçe gülümsemeye çalışarak. Burukça gülümsemesi konuyu değiştirmek ister niteliğindeydi. Esmehan Sultan... gözleriyle göz göze geldim. Şehzade Mehmet'in kardeşiydi.
"Sultanı..." apar topar vücudum izin verdiğince kalkmaya çalışırken eliyle beni durdurdu.
"Lüzum yok, rahatını bozma." derken yatağımın yanında bulunan boş yatağa oturdu. Onun bu içtenliğine içten içe şaşırsam da diğer bir tarafım sevinmişti. Zorlamayıp uzanmaya devam ettim.
"Kardeşim Mehmet," dedi diyeceğinden emin olamayarak. "Sana göz kulak olmamı, yanında olmamı istedi." yine burukça gülümsedim. Beni düşünmüştü. İçimde bir zerrem bu halde bile bunu düşünebilmeme kızgınlıkla karşılık verdi.
"Kendisi neredeler?" karşımda oldukça üzgün olduğunu anladığım sultan yutkundu.
"Cenaze törenine gittiler. Şimdiye tören bitmiş olmalı." bir damla daha gözlerimden akarken onayladım.
"Üzgünüm, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok zor olmalı."
"Benim yüzümden öldüler." dedim ona bakarak, içinde bulunduğum durumun zorluğunu anlasınlar istiyordum. Telafisi, tesellisi olmadığını anlasınlar istiyordum. Duyduklarım ve aklıma gelen görüntülerle görüş açım iyice bulanıklaşmıştı. Gözlerimin kan çanağına döndüğüne emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hükm-ü Kader
FantasyYıl 1521. Askerlerin, halkın ve dahi onu tanıyan herkesin tahta çıkmasını beklediği Şehzade Mehmet. Bir elinde adaleti bir elinde merhametini kendisine kalkan olan kullanan Şehzade Mehmet hain bir tuzak sonucunda sancağa çıkmadan önce öldürülür. Ka...