Hikayede geçen kişiler Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur.
Adamın gözlerime sabitlenen gözleri kısıldı, kapkara gözleri sanki mümkünmüş gibi daha da karardı. Kaşlarını çatarken bir elinin yavaşça beline taktığı kınına gittiğini gördüm. Ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyordum. "Kaç!" diyordu içimdeki ses bana. Korku beni yerime mıh gibi sabitlemişken yutkundum. Biliyordum, kaçmalıydım. Adamın bana sabitlenen gözleri, bir insanı tereddüt bile etmeden öldürebileceğini açıkça anlatıyordu.
Derince bir nefes alıp koşmaya başladım. Ben koşmaya başlamadan hemen önce adamın da hareketlendiğini görebilmiştim. Ben koşarken havanın sıcak olmasına rağmen soğuk rüzgar yüzüme çarpıyordu. Güneş batmaya başlamışken hava gerçekten mi soğuktu yoksa hızımdan ve yaşadığım adrenalinden kaynaklı soğuk soğuk terliyor muydum bilmiyordum.
Yeni yeni öğrenmeye başladığım sokak aralarında koşmaya başladım. Olabildiğince hızlı koşarken annemin bahsettiği dükkanın önünden geçtiğimi fark ettim. Arkamdan gelen adım sesleri kulaklarımı dolduruyor, bu sesler sanki beynimin içinden geliyormuş gibi hissediyorum.
Kaçmalıydım, kurtulmalıydım. Arkamdan gelen bu adım seslerinden olabildiğince uzaklaşmalıydım.
Olamazdı, ölemezdim. Buraya gelmişken onunla vakit geçirmeden ölemezdim. Koşarken başımı iki yana salladım ve kurumuş dudaklarım yaladım. Benim ölümüm demek onun ölümü demekti.
Yüzüme çarpan rüzgar kurumuş yüzümü acıtırken kulağımı adamın fısıldadığı sesleri doldurdu. "Kaçma, eninde sonunda yakalayacağım."
Hızımı artırırken bacaklarım birbirine dolanacak ve her an düşecekmiş gibi hissediyordum. Kalabalığa ulaşmalıydım. Kalabalık içinde yapamazdı. Annemi bulmak istesem de onlara zarar verme korkusu bu dürtümü engelledi. Beni annemin yanında görmemeliydi. Beni Zeynep annemin yanında görmesi demek onu da tehlikeye atmak demekti.
Onu izimi kaybettirmem, ondan sonra annemi bulmam gerekiyordu. Adım sesleri iyice kulaklarımı tırmalamaya başlarken başka kalabalık bir sokağa saptım. İnsanlar arasında olabildiğince hızlı hareket etmeye çalışırken bir saniye arkama baktığımda adamın koşmak yerine koşmasını hızlı yürümeye döndürdüğünü gördüm.
Tahmin ettiğim gibi insanlar arasında rahat hareket edemiyor, beni kovalayamıyordu. İfşa olması demek ona verilen görevini yapamamış olması demekti. Anladığım kadarıyla bu da onun hayatının sonu demekti.
Bir insan kötü bir şey yapmak için emir aldıysa ve bunu duymaması gereken biri duyduysa başarısız olması demekti ve ona bu işi verenin kulağına gitsin istemezdi.
Bende bağıramıyor yardım isteyemiyordum. Kim bana inanırdı, inanırlar mıydı? Sözlerimden ve duyduklarımdan başka diyecek bir şeyim, kanıtım yoktu.
Şu an bağırıp onu ifşa etmem demek bana kol kanat geren ailemi de riske atmam demekti ve bu hepsi için tehlikeydi. Bu tehlikeyi onlar için göze alamazdım. Benim yüzümden onlara bir şey olmasına izin veremezdim.
Tek yapmam gereken izimi kaybettirmek ve sonrasında evime dönmekti. Daha sonrasında hepsine duyduklarımı anlatıp babam Hasan Efendi ile bir şekilde saraya ulaşırdım.
Her ne kadar bir başka birisi duyduğu için planlarını iptal etse ihtimalleri olsa da en azından öldürülmeye çalışıldığını bilirdi.
Mirza birileri tarafından öldürülmek isteniyordu ve yaşanmış tarihte bunu başarmıştı. Kardeşi Şehzade Murat... Adamın hızla adımlarını sesleri kulaklarımı doldururken o sesi beynimde yankılandı. "Şehzademiz Murat'ın hafif yaralanmasını sağlayacaksınız ki dikkat çekip şüphe uyandırmasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hükm-ü Kader
FantasyYıl 1521. Askerlerin, halkın ve dahi onu tanıyan herkesin tahta çıkmasını beklediği Şehzade Mehmet. Bir elinde adaleti bir elinde merhametini kendisine kalkan olan kullanan Şehzade Mehmet hain bir tuzak sonucunda sancağa çıkmadan önce öldürülür. Ka...