Bölüm 11 | Geçmişin İçinde

694 60 10
                                    

Hikayede geçen kişi ve olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.

Mehmet odadan ayrıldıktan sonra tüm gün boyunca o yatakta yalnız başıma yattım. Şifahaneye ara sıra gelen ve bana ilaç içirmek için beni bir sefer uyandıran hekim kadından başka kimse yoktu. Ara sıra geldiğinde de uyuma numarası yapıyor sessizce onun odadan çıkışını bekliyordum. Her yer sessizdi, bu sessizlik bazen ansızın gelen bir duyguyla canımı acıtsa da bir süre sonra alışıyordum. Bu aralıklara bazen oluyordu bende alışıyordum.

Gece boyunca gözümü kırpmamış sadece ay ışığının aydınlattığı odada tavana gözlerimi dikerek düşüncelere dalmıştım. Bir süre sonra düşünceler beynimi uyuşturduğunda düşünmeyi bıraktım ve  gecenin sessizliği yerini kuş cıvıltılarına, ay ışığı ise yerini güneş ışığına bırakırken uykuya daldım. Bu daldığım uykunun bana hissettirdiğini hatırlıyordum. Mirza öldükten sonra her gece nasıl uykuya dalıyorsam yine öyleydi. Bir fark vardı, o da beni ayakta tutan, içimde bahar çiçeklerinin filizlenmesini sağlayan nedendi. Mehmet...

Tam tepeye yerleşen güneş ışığı gözüme vurduğunda yerimde kıpırdandım. Öğlen olmuş olmalıydı. Diğer taraftan da kulaklarımı hekimbaşının masa başında çalışırken ki sesleri dolduruyordu. Benim hareketlendiğimi görünce seslendi.

"Hayırlı sabahlar." başımı salladım ve boğazımı temizleyerek yerimde dikleştim.

"Hayırlı sabahlar."

"Nasılsın?"

"İyiyim," dedim gerçekten iyiydim. Fiziksel olarak bir sıkıntım ağrım yoktu.

"Şey," dedim sorup sormamakta kararsız kalırken. "Herhangi bir şey oldu mu, biri geldi mi?" kimi merak ettiğim açıktı.

"Kimin gelmesini istersin hatun?" bu kadının benimle derdi neydi? Kim olduğunu sanıyordu? Tam ağzımı açmış bir şey diyecekken benim bir şey dememe fırsat vermedi. Tepkimden ve surat ifademden sinirlendiğim anlaşılıyordu sanırım.

"Hemen celallenme."

"Söyle o halde." dediğimde küçük bir nefes verdi. Sinirlendiğimi ondan saklayacak değildim. Herhangi bir çekincem, kaygım yoktu.

"Şehzademiz Mehmet sabah geldiler, uyuduğunu görünce gittiler." dediğinde sesindeki memnuniyetsizliği anlıyordum. Neydi bu insanların tanımadıkları insanlara karşı tavırları?

Onun sesinde ki memnuniyetsizlik ise şimdi düşüneceğin en son şey bile değildi. Geleceğim demiş ve gelmişti. Bu hareketi içimi ferahlatıp çocuksu bir heyecanla doldururken kapı açıldı ve içeriye daha önce görmediğim ve yine harem ağası olduğunu tahmin ettiğim bir ağa girdi.

"Akça hatun," dedi direkt benim yanıma gelip dönerek. "Hünkarımız seninle görüşmek istiyor. Temizlen paklan, üstünü değiştir. Bu şekilde çıkma hünkarın karşısına. Kapıdaki hatunlar sana yardım edecek. Hazır olduğunda benim yanıma bırakırlar." dedi ve onay bekleyen bakışlarını gözlerime dikti. Başımı salladığımda içimden bir korku dalgası geçti.

"Hünkarımız..." dedim emin olamayarak. "...benimle ne konuşacaklar?"

"Ben nereden bileyim hatun? Gidince öğrenirsin. Hayde!" diyip son cümlesini uzatırken eliyle acele et anlamında hareket yapıp arkasını döndü. Hekim kadınla göz göze geldiğimde kaşlarını kaldırıp omuz silki.

Ağanın bahsettiği hatunlar önce hamama götürdüler. Alışık olmadığım mermerlerde ve altın rengi taslarla yıkanırken kendimi o kadar tuhaf hissediyordum, her şeye o kadar yabancıydım ki beni nelerin beklediğini endişeyle merak ederken buluyordum kendimi. Yıkanmak iyi gelmişti ama aklımda beni nelerin beklediği düşüncesi peşimi bir türlü bırakmıyordu.

Hükm-ü KaderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin