Bölüm 17 | Geleceğin İzi III

545 49 7
                                    

Hikayede geçen kişi ve olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.

Yumuşak yatağımda gözlerimi açtığımda uzunca bir süre kalkmadım. Buraya geldiğim ve ormanın ortasında gözlerimi açtığım o gün yüzüğü yanımda aramış, bulamayınca kendimi kandırdığımı düşünmüştüm. Aklımda Mehmet'in anlattıkları sarmal gibi geçerken her şey yerli yerine oturuyordu. 

Zaman her şeyi biliyordu. Mehmet'i, Mirza'nın başına gelecekleri, kaderlerinin aynı olduğunu ve daha birçok şeyi. Bir geçit oluşturması için o taşı Mehmet'e vermiş ve o yüzükte bir şekilde Mirza'nın odasına gelmişti. Benim için Zamanın Elçisi'nin yolunu açmış ve ben geçmişe geldiğimde ise kendi yerine Mehmet'in odasına gitmişti. 

Yüzük yalnızca bana Zamanın Elçi'ni göstermişti. Benim geçmişe olan yolcuğum ise ayın güneşe kavuşmasıyla olmuştu. Ay güneşe kavuştuğunda bende Mehmet'e kavuşmuştum. Yüzük beni geçmişe döndürmemişti. Bunun farkına vardığımda içimde ufak bir korkuyla yüzüğü incelemek istemiş ve işaret parmağımla mavi taşa dokunurken gözlerimi yummuştum. Hiçbir şey olmadığında ise rahatlama ile birlikte soru işretleri sıralanmıştı.

Tek elimi başımın altına alıp yatağımda yan döndüm ve açık olan penceremden masmavi gökyüzüne baktım. Geleceğe dönüşüm nasıl olacaktı? Dönebilecek miydim? Ya dönmek istemezsem ve ansızın kendimi Mirza'nın olmadığı bir gelecekte bulursam? Bu seçenekle yerimde hızlıca oturur pozisyona geçtim. Olamazdı, bu şans bana verildiyse ortada bir neden yokken birden geleceğe dönemezdim. Başımı iki yana salladım ve bu kötü fikri hemen aklımdan atmak için hızlıca yatağımdan kalktım. Kendi başıma kalmak bana iyi gelmiyordu. Düşünmemem, bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Kahvaltımı yaparken bugün neler yapabileceğimi düşünüyordum. Taşlığa kızların yanına gidebilirdim ya da Esmehan Sultanın yanına. Bunlardan da daha iyi bahçeye çıkıp temiz bir hava alabilirdim. 

"Nilüfer?"

"Buyur Akça Hatun."

"Has bahçeye çıkmam için izin almam gerekiyor mu?"

"Saray-ı Hümayuna yeni geldiğiniz için valide sultanımızdan izin almanız iyi olur."

"Anlıyorum." dedim başımı aşağı yukarı sallarken. Her şeyin için izin almak durumunda olmak bu sarayda alışmakta en çok zorlanacağım şeylerden biri olabilirdi. Ben özgür olmaya alışıktım. Dışarı çıkarken bile izin almak fazlaydı, çok fazla...

Kapının tıklatılmasıyla elimdeki ekmeği ağzıma atarken kapıya döndüm. İçeriye giren Bülbül Ağayı görmemle kaşlarımı yukarı kaldırdım. 

"Buyur Bülbül Ağa."

"Şehzademiz sizi has bahçede beklediğini söyledi Akça Hatun." Yüzümde oluşan gülümseme ile Nilüfer'e döndüm.

"Kalbin temizmiş Akça Hatun." Ona karşılık kocaman bir gülümseme yollarken hemen yerimde hareketlendim.

"Hemen geliyorum." 

Ağa odadan çıkıp ardından kapının kapanmasıyla yerimden hızlıca ayağa kalktım. Nilüfer ise yüzümden belli olan heyecanıma gülümseyerek bana döndü. "Kahvaltınızı bitirseydiniz."

"Doydum ben doydum, bu kadar kafi. Kaftanımı getirir misin? Hemen hazırlanayım." Peş peşe sıraladığım cümlelerimle samimi bir şekilde gülümseyerek karşılık verdi.

"Nasıl isterseniz."

"Nilüfer biz ne konuşmuştuk? Bu kadar resmi konuşma benimle lütfen. Sen diyebilirsin." Tebessüm ederek başını eğdikten sonra kaftanımı getirmek üzere odaya geçtiğinde bende ellerimi birbirine sürterek odada bir ileri bir geri gitmeye başladım. Onun isminin geçmesi bile heyecanlanmama neden olurken yanında gitmek hem de onun tarafında  çağrılmak heyecanımı iki katına çıkartıyordu.

Hükm-ü KaderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin