Hikayede geçen kişi ve olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.
Bir elimi yanağımın altına koymuş, diğer elimi de karnıma doğru çektiğim bacaklarımın arasına koymuş yan bir şekilde yatıyor, batmakta olan güneşin kızıla boyadığı gökyüzünü izliyordum. Kuşlar uçuyor, cıvıltıları kulağıma geliyordu. Kulağımı dolduran tek ses ise zaten onlardı. Bütün saray derin bir sessizlikteyken herkes gelecek en ufak haberi bekliyordu. Kimse çıt çıkarmıyor, gülmüyor, sarayda çıkan tek ses insanların koridorlardan yürürken ayaklarının yerde çıkarttığı sesler oluyordu.
Bir gün geçmişti, yalnızca bir gün... O kötü haberi altıktan sonra güneş sadece bir kez doğmuştu. Doğan güneş herkesin gününü aydınlatsa da benim günümü karanlığa mahkum ediyordu. Ondan iyi bir haber almadan geçen her bir gün kötü haber alma ihtimalini arttırıyordu. O gelmeden bu güneşin bir kez daha doğmasını istemiyordum. Tekrardan alışmak istemiyordum onsuz günlere. Yine onun olmadığı bir dünyada olmak istemiyordum, onu ikinci kez aynı kadere mahkum etmek istemiyordum.
Başaramamış olurdum ve bununla artık bende yaşayamazdım. Ne geçmişte ne gelecekte... Geçmişte de onu kaybettiysem hak etmiyordum yaşamayı. Onu kurtarma ihtimalim varken başaramadıysam hakkım değildi nefes almak.
Gözümden ince bir damla şakaklarımdan süzülüp elime damladığında dudaklarımı yaladım. Gelen ses beni ürkütmüştü. "Akça Hatun, iyi misin? Bir şeyler yemek ister misin?"
Yattığım yerde gözlerimi yumdum ve oturur pozisyona geçip kafamı salladım. "Yemeyeceğim, midem bulanıyor." derken yutkundum.
"Sultanlarımızın yanına gideceğim. Bir haber varsa onlar biliyordur." dedim. "Yoksa bana haber vermezler değil mi? Akıllarına ben gelmem." Ne şehzade için ne onlar için önemli biri değildim. Mehmet'in benim için önemini bilmiyordu kimse, kalbimde yanan fırtınayı bilmiyordu. Onların yanında ben hiç kimseydim ve akıllarına bile gelmeyebilirdim.
Nilüfer haklı olduğumu bildiği için dudaklarını birbirine bastırmakla yetindi. Burukça gülümsediğimde ayağa kalktım. Esmehan Sultan'ın yanına gidebilirdim.
Esmehan Sultan'ın odasına geçtiğimde onu hiç görmediğim bir yüz ifadesiyle karşıladı beni. Oldukça üzgün olduğu her halinden belli oluyor, şişmiş gözaltları bunu destekliyordu. Bizim payımıza düşen en zoruydu, beklemek.
"Sultanım." dedim eğilip selam verirken. "Ben merak ettim. Bir haber var mı?" Olumsuzca başını iki yana salladı ve eliyle oturmam için bana sediri gösterdi. Gösterdiği sedire otururken konuşmaya başladı.
"Bu iyi bir şey." dediğinde kaşlarımı çattım. "Haber olmaması..." diye açıklama gereği duyduğunda yine anlamamıştım.
"En azından kötü haber yok." dudaklarını birbirine bastırdığında demek istediğini anlamıştım. "Ağabeyim güçlüdür, kuvvetlidir. Öyle kolay kolay yıkamazlar onu. Bir yerde saklanıyor ya da haber veremiyordur." Ona baktığımda gözlerini yumdu. "Eminim ben."
Onu destekler nitelikte başımı aşağı yukarı salladım, haklıydı. "Haklısınız, hem kötü haber de yok." Aynı şekilde başını aşağı yukarı salladı.
"Bugün yarın iyi haber gelecektir." Gülerek onu onayladım. Aksi olmamalıydı.
Kısa süren bir sessizliğin ardından sessizliği Esmehan Sultan bozdu. Dedikleri beni şaşırttığı kadar utandırmıştı da.
"Çok mu seviyorsun ağabeyimi?" Gözlerimi kıstım. Nefes alışverişlerim sıklaşırken buna nereden ulaştığını, nasıl anladığını ve başka kimlerin böyle düşündüğünü düşünmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hükm-ü Kader
FantasyYıl 1521. Askerlerin, halkın ve dahi onu tanıyan herkesin tahta çıkmasını beklediği Şehzade Mehmet. Bir elinde adaleti bir elinde merhametini kendisine kalkan olan kullanan Şehzade Mehmet hain bir tuzak sonucunda sancağa çıkmadan önce öldürülür. Ka...