Bölüm 24 | Geçmişin Şüphesi

457 51 21
                                    

Hikayede geçen kişi ve olaylar Osmanlı tarihinden esinlenerek oluşturulmuş tarihi fantastik bir kurgudur. Kurguda geçen karakter, olay ve zamanların gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur.

İskender yanımıza gelip İrfan Ağa'nın öldürüldüğü haberini verdiğinde Mehmet'le aramızda öyle bir bakışma olmuştu ki... Bakışları hem çok şey barındırıyor, anlatıyordu hem de hiçbir şey barındırmıyor, anlatmıyordu.

Onun canına kast eden adamın sarayda öldürülmesi tuhaftı, yanlıştı, olmaması gereken bir durumdu. Ortada olmaması gereken bir şey oluyorsa bilinmeyen şeylerde var demekti. O adamın öldürülmesi ise benim Mehmet'e anlattığım ama Mehmet'in hiç ihtimal dahi vermediği, vermek istemediği şeylere ihtimal niteliğindeydi. 

Onun gözünde olanaksız olanlar olağan gelmeye başlamıştı.

Aramızda geçen o kısacık bakışmadan hemen sonra İskender'e dönerek sormuştu. "Bu nasıl olur İskender?" İskender başını iki yana sallamış ve hayal kırıklığı ile bakmıştı.

"Bilmiyorum şehzadem. Yalnızca öldüğü haberi geldi. Saraya gidince her şeyi anlarız. İsterseniz derhal saraya gidelim." Mehmet direk olarak başını sallayarak onayladı.

"Hemen saraya dönüyoruz." dedikten sonra hızlıca saraya dönmüş, araba içerisinde ikimizde bir kelime etmemiştik. Ben tam olarak ne düşündüğünü kestirememiş ve bir şey demeye cesaret edememiştim. Kendi kendine düşünmesi daha mantıklı gelmişti. Ona da öyle gelmiş olacak ki tek kelime etmemiş, tek bir şey sormamıştı. 

Avluya geldiğimizde küçük bir nefes alıp bana döndü. "Sen dairene geç." dediğinde başımı iki yana salladım.

"Ben de gelmek, yanına olmak istiyorum."

"Zindana gideceğim ve neler olduğunu, nasıl olduğunu öğreneceğim. Gelmene lüzum yok, sen dairene geç."

"Mehm..." derken başını yana eğerek bana bakmasıyla devamını getirip daha fazla ısrar etmedim. Bakışı 'lütfen ısrar etme' der niteliğindeydi.

"Seni merak ederim, merakta bırakma beni." dedim gitmeme izin vermediğinde. Onu ve neler olduğunu merak ederdim. "Bekleyeceğim seni." Beni başıyla onayladığında daha fazla beklemeden ilerledi ve beni arkasında bıraktı.

Bir taraftan iyi diye düşündüm. İrfan Ağa'nın konuşması küçük bir ihtimaldi ama İrfan Ağa'ya bunu yaptıran o küçük ihtimalden bile korkmuştu ve öldürmeyi seçmişti. Öldürülmesi ise hainlerin çok da uzakta olmadığının kanıtıydı Mehmet için.

Odama döndüğümde Nilüfer'den hamamı hazırlamasını istedim. Yıkandıktan sonra odama geçtiğimde zaten yorulmuş olan bedenim daha çok mayışsa da acıkmıştım. 

Nilüfer, "Yemeğiniz hazır." dediğinde hafif tebessüm ederek sofranın başına oturdum. Hava kararmış, ay yüzünü göstermişti.

"Dışarı çıktınız, nasıl geçti gününüz?"

"Çok güzeldi." dedim kaşıkla ne çorbası olduğunu bilmediğim çorbadan bir kaşık alırken. "Uzun zaman olmuştu."

"Lakin biraz üzgün, dalgın gibisiniz."

"Bir şey öğrendim de canımı sıktı."

"Anlatmak ister misiniz?" dediğinde başımı iki yana salladım. Anlatacak halim de isteğim de yoktu. Şu an tek düşünebildiğim Mehmet'ti ve neler olduğuydu. 

Yemeğimi bitirdiğimde elime işlemesi yarım kalmış olan mendili aldım. Çok fazla beceremesem de bir noktaya kadar getirmiştim ve elimde gittikçe alışıyordu. Mehmet'i beklerken işleme yapmaya karar verdim. Çok fazla yapacak bir şeyim yoktu. İşleme nakış yapabilirdim, Mehmet'in bana verdiği kitaplardan okuyabilirdim, yazı yazabilirdim. Şimdi ise en mantıklısı mendil işlemekti.

Hükm-ü KaderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin