22

367 20 9
                                    





*


Jungkook'dan;


Bir gün geçti, iki gün, üç gün, dört, beş, altı.. Günler geçti, günler haftaları kovaladı, haftalar aylara dönüştü.. Kimse gelmedi, kimse geri dönmedi..

Hep bekledim her gün, her dakika her saniye, kapım çalacak ve gelip beni kolları arasına alıp sımsıkı saracak diye bekledim. Gelmedi.

Yeniden bir arada olacağımızı, yeniden bir araya gelip çok ama çok mutlu olacağımızı biliyordum, hep o günü bekliyordum. O günün geleceğini ve bizim yeniden birlikte olacağımızı. Yeniden kahkahalarla gülüp eğleneceğimizi, o güzel dudaklarını masumca öpeceğimi, çok sevdiğim kokusunu doya doya içime çekeceğimi.. Biliyordum ama gelmiyordu, benim için geri gelmiyordu.

Gideli iki ay on dört gün kırk altı dakika oldu, birazdan kırk yedinci dakika olacak.

Ben delirmedim, sadece.. sadece gün sayıyorum, geleceği günü sayıyorum, gittiğinden geldiği güne kadar arada ne kadar zaman varsa onu telafi etmek için sayıyorum günleri.

Çünkü bana söz verdi, geleceğini söyledi.

Bu zamana kadar koşulsuz şartsız inandığım, tek lafına karşı çıkmadığım Taetae'm bana söz verdi ve ben o gün gelene kadar ona ağlamayacağımı, onun için sabırla bekleyeceğimi söyledim ona. O bana verdiği sözü ben ise ona söylediğim bu cümlenin sözünü tutacaktım. O benim ağlamamı sevmezdi, beni birkaç ay öncesinde bayılana kadar ağlatmış olsa da, bu yaşananlar onun suçu değildi o yüzden onu suçlamıyor ve hiçbir zaman bunun için ona, bu olayları anımsatacak bir kelime söylemiyordum, yani söylemeyecektim. Gelince..

Avucumun içinde sıkı sıkıya kavradığım toprağın bir bir kaymasına izin verdim ait olduğu yere, kahverengi toprak üzerindeki yeşilliklerle öyle güzel kaplanmıştı ki, bazı inanışlara göre bunun nedeni gömülen kişinin gittiği yerde çok huzurlu olmasıymış. Tae çok huzurluydu, o çok mutluydu olduğu yerde ama benim yanımda olmadığı için, yanıma gelemediği için canı çok yanıyordu. Tae değildi bu toprağın altında yatan, gösteriş olsun diye oraya boş bir tabut koyup beni kandırıyorlardı sadece. Beni onun öldüğüne inandırmak istiyorlardı, bunun için çabalıyorlardı ama boşunaydı her şey.

Sadece kendilerini benim onun öldüğüne inandığımı sanarak kandırıyorlardı.

Lanet olasıca babasıyla işim bitmemişti, tüm bu olanların tüm bu yaşananların hesabını verecekti, ondan tüm bu olanların intikamını alacaktım.

Uzanıp içinin boş olduğunu bildiğim toprağı sevdim, tek yapabildiğim buydu çünkü. O gelene kadar onun var olduğunu düşündükleri ve bana da bunu düşündürtmek istedikleri yerde, onun hayalinin yanında duracaktım, sürekli buradaydım zaten, her gün aynı saatte gelir ve saatlerce boş mezarla sohbet ederdim. Toprağını sever, her geldiğimde onun en sevdiği çiçekleri getirirdim ona. Beyaz lotusları çok severdi, yeniden doğuşu temsil ettiğini söylerdi.

Havanın kararmasına çok az bir vakit kalmıştı, ilk günler onun gerçekten burada olduğunu düşündüğüm zamanlar buradan hiç ayrılmadım. Tüm gün, ama gerçekten tüm gün burada onunla birlikte bekledim, onun yanında uyudum. Toprağının yanı başında o orada üşümesin diye toprağına sarılıp uyudum.

Yine devam ederdim aslında ama Jimin izin vermiyordu bana. Kızıyordu hep, hasta olacağımı söyleyip duruyordu. Bir türlü inandıramadım onu, bir türlü onun geri geleceğini, onun ölmediğini, hayatta olduğunu bildiğime inandıramadım.

Jimin, Tae'nin öldüğünü düşündüğüm hafta tanıştığım ve en yakın arkadaşım olan kişiydi ki normalde arkadaşı olmayan, Namjoon'dan başka tanıdığı biri olmayan bir insandım ben. Jimin toparlanmamda çok yardımcı olmuştu bana, gerçi kötü hissetmiyordum ilk günler gibi çünkü biliyordum ölmediğini. Yaşadığını ve bir gün bana geri geleceğini biliyordum, o gelmese de benim ona gideceğimi.. Biliyordum.

MY STARLİGHT | TAEKOOK ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin