XXVII

321 36 16
                                    

/ "Ashley!"

Bakışlarını gökyüzünden çekip, sana doğru koşan kardeşine odakladın. Kızıla kaçan sarı saçları rüzgarda savrulurken, bir eli ile onları bakışını engellememesi için yüzünden ayırıyor, diğer eliyle ise sana getirmekte olduğu çiçekleri taşıyordu.

"Bak ne buldum," dedi, yanına eğilirken rüzgarın dağıttığı uzun mavi eteğini toplayarak, çiçekleri yere koydu. "Bana yeniden o taçlardan yapar mısın?" dedi gülümserken, üzerine baktığında çiçekleri topladığı alanın çamurlu olduğunu anlayabiliyordun. Eteğinin paçaları, beyaz tişörtü hatta çiçekleri tuttuğu eli ile yüzüne dokunduğu için, sol yanağı bile çamurluydu.

Dediğine gülümseyerek yere bıraktığı çiçeklerden bir kaç tane aldın. Hepsini tek tek sıralıyor, birbirlerine sarıyor ve her birinde sonucu muhteşem olacak bir parça elde ediyordun. Liv'in bakışları ellerine kenetlenmiş durumda, ne yaptığını izliyordu. "Öğrenmek ister misin?" diye sordun Liv'e, Liv'in şaşkın bakışları bu sefer seninle buluştu, "Bana katlanabilecek misin?" diye sordu, dediğine gülerek kafanı salladın.

"Bu çiçekler yetmeyebilir, gidip biraz daha getireyim," diyerek ayağa kalktı Liv, hiçbir şey demeden, bir yandan tacı yapmaya devam ederken, bir yandan Liv'in geniş çayırlıkta bir oraya bir buraya gidişini izliyordun.

Tacın son kısmını yaptıktan sonra bitirdiğini belli etmek adına ayağa kalkıp, Liv'e seslenip, elinde salladın, Liv, dikkatini sana çevirerek, gülümsedi. O sırada, Liv'in omzunu sıkıca tutan bir el ile kardeşin çığlık attı, gülümsemen yavaşça solarken, kardeşinin çırpınışlarını ve üzerine düşen aylağın onu ısırdığını fark ettin, ama hareket edemiyordun.

"Liv!" eteğini ellerin arasına alıyordun, koşmak, ona yardım etmek istiyordun, ancak yapamıyordun, neden yapamıyordun? Liv'in üzerine doğru gelen bir kaç aylaktan sonra, kardeşinin bakış açından kaybolmasını izledin, "Hayır! Lütfen, hayır!" hıçkırarak ağlıyor, bağırıyor ancak duyulmuyordun, hareket edemiyordun.

Çevrenin bir anda bulutlarla dolması ile etrafına bakındın, karanlık çevreyi sararken, çayırlık alandan çıkmış ve bir tepenin, uçurum sayılabilecek bir kenarına gelmiştin. Çevreni incelerken içindeki korku ve endişeyi bastıramıyordun, "Liv!" diye seslendin, ses yok, "Liv!" dedin, bu sefer ormanlık alana koşmaya başladın, hiçbir yaşam belirtisi yok, ağır rüzgar neredeyse senin bedenini tepeden aşağı yuvarlayacaktı, kendini zorlayarak ilerlemeye çalışıyordun ki, o sesi duydun.

"Ashley," uçurumun kenarında sana seslenen Liv'e döndün, ona doğru koşmaya çalışıyordun ancak yerinde sayıyor gibiydin. Ona baktığında, gözlerinden yaşlar akıyordu, bakışlarındaki korkuyu hissedebiliyordun, rüzgar yeniden saçlarını hareket ettiriyordu ancak bu sefer onlara karışmıyordu. Yüzünde oluşan ıslaklık, uçuşan saçları ile birleşiyor ve ortaya dağınık bir görüntü çıkartıyordu.

"Neredesin?" diye sordu, sesindeki kırgınlığı hissedebiliyordun, sadece kırgınlığı değil, bu senin küçük kız kardeşinin son cümleleriydi. Bir kelimenin içerisine sığdırdığı muhtaçlık, korku ve yalnızlık hissini sonuna kadar hissetmiştin.

Onu yalnız bırakmanın verdiği acıyı, gözyaşların bile dindiremiyordu. Ona yaklaşamamak, konuşamamak ve en sonunda, görüntüsünün kaybolması ile bakamamak. Bu sefer sesi kulaklarında yankılanıyordu, sürekli, aynı acıyı ve aynı duyguları hissediyordun, kulaklarında büyüyen sesler artık seni öldürecek gibiydi, Ashley, neredesin?, Ashley, neredesin?, Ashley, neredesin?, Ashley, neredesin?

"Ashley," /

"Ashley," bu sefer farklı bir tonda duyduğun boğuk ses ile gözlerini açarak, yattığın yerden hızlıca doğruldun. Etrafına bakındın, güneşin doğmak üzere olduğunu varsayıyordun, ağaçların arasına kurduğunuz kampın güneşi görebileceği yerler şu an hafif aydınlıktı.

kayıp - daryl dixonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin