On dördüncü bölüm
Aslan, sabah uyandığında ilk fark ettiği şey başındaki keskin ağrıydı. Diğeri ise burnuna dolan çiçek kokusuydu. Bir yerden tanıdık geliyordu bu koku ama nereden, çıkaramıyordu. Gözlerini açarsa başının daha çok ağrıyacağını bildiğinden açmamayı tercih ediyordu. Ta ki... Diğer tarafa dönmek istediğinde, bir kadının koynunda uyuduğunu fark edene kadar.
Bir anda gözleri fal taşı gibi açıldı. Süreyya'nın odasında olduğunu fark edince, kıpırdamadan öylece durup düşünmeye başladı. Kafasında bir sürü cevapsız soru vardı. En son meyhanede, Rıfat'la dertleşiyorlardı. Gül ona kapıyı açmayınca iyice morali bozulmuştu. Sonrası yoktu.
Eve nasıl gelmişti? Bu odada, Süreyya'nın koynunda ne işi vardı? Çok hareket etmemeye çalışarak yavaşca doğruldu. Süreyya'yı uyandırmak istemiyordu. Uyanırsa ne diyeceğini bilemiyordu çünkü.
Sessizce odadan çıkıp kendi odasına gitti. Kafasını toplaması gerekiyordu. Kendine gelince, kalbine çöreklenen acı yine ortaya çıkmıştı. Dün gece yaşanan her şey ziyadesiyle ağırdı. Kafası ve kalbi karmakarışık olmuştu. Çaresiz hissediyordu kendini, bazen her şeyi ve herkesi bırakıp uzaklara gitme isteğiyle doluyordu. Ama bunun da bir çare olmadığını biliyordu.
Şimdilik sadece bir ağrı kesici alıp, duşa girmek istiyordu o kadar...
***
Süreyya, Aslan hareketlenince hemen gözlerini kapatıp uyuyor numarası yapmaya başladı. Çünkü ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Fakat Aslan uyanmasına rağmen hala göğsünde yatmaya devam ediyordu. Süreyya, "neden acaba" diye düşünürken bir anda Aslan'ın kasıldığını hissetti. Nerede, ne durumda olduğunu fark etmişti anlaşılan... Ama hala hareketsizdi. Sonra yavaşca kalkıp gitti odadan.
Süreyya kapının kapandığını duyar duymaz açtı gözlerini. Uykusuzluktan ve ağlamaktan gözleri şişmişti. Yerinde doğrulup oturdu. Kendisini yorgun hissediyordu. Yüreği yorulmuştu. Artık düşünmekten, ağlamaktan, hayal kırıklığına uğramaktan bıkmıştı. Yatağından kalkıp yüzünü yıkadı. Aynada kendisine bakıp, "yeter" dedi kendi kendine. Yaşadıklarından sonra derisi kalınlaşmıştı artık. Artık, kendisine üzülmekten vazgeçmeliydi. Bu gün güzel olacaktı. Dün geceyi unutacak, pikniğe gidecek, eğlenecek ve depresif olmaktan vazgeçecekti.
Giyinip kahvaltıya indi. Herkesin keyfi yerindeydi. Aslan sofraya inmedi. Süreyya memnundu durumundan. Kahvaltı boyunca neler yapacaklarından bahsettiler. Gölün kenarına gideceklerdi. Süreyya çocukluğunda çok giderdi oraya. Abisi gölü besleyen küçük şelalenin altında ona yüzmeyi öğretmişti. Bazen ikisi birlikte çarşıya gitme bahanesiyle gizlice oraya gider ve yüzerlerdi. Abisi...
Abisini aklına düşünce derin bir nefes çekti içine. Ben varım demişti. Gidecek bir yerinin olduğunu bilmek ona huzur veriyordu. Aslan'a verdiği söz olmasa, belki de giderdi. Abisi babası gibi değildi. O daha modern düşünürdü her zaman. Okumasına müsade etmediğinde babasıyla kavga etmişti kardeşi için. Sonrasında evlenip gidince, müdahale edememişti olanlara. Ama Süreyya hiç küsmedi abisine. Hep minnettar olmuştu. Şu an da minnetle gülümsüyordu farkında olmadan. Ahu'nun seslenmesiyle kendine geldi. Eğilip sessizce;
" Abla sen iyi misin? Biraz solgun görünüyorsun. "
" Yok bir şey canım benim. İyiyim merak etme."
"Dün gece ne oldu öyle? Abimi gördüm ayakta duramıyordu."
" Mühim bir mesele değil. Biraz içmişler sadece."
" Abimi hiç öyle görmemiştim. İçerdi arada, ama hiç sarhoş olduğunu hatırlamıyorum. Emin misin bir şey olmadığına?"
Süreyya sıkışmış hissediyordu. Olayları tekrar anlatıp daha fazla canını sıkmak istemiyordu. Tam ağzını açıp bir bahane uydurmaya hazırlanıyordu ki, Zülal Hanım konuşmaya dahil oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜREYYA
RomanceSüreyya, bu sevdanın imkansızlığının farkındaydı. Onun kalbi nasıl Aslan'a aitse, Aslan'ın kalbi bir başkasına aitti ve bu sevda yükü her yükten daha ağırdı...