5

2.9K 121 10
                                    


Çatalıma batırdığım sıcak patatesi yemeden önce üfledikten sonra yanımdaki Pınar'a döndüm. Kafasını çevirdikten sonra bana baktı ve gözlerini devirdi.

"Deniz Allah aşkına yemek yerken bana rahat ver. Lütfen açma şu devamsızlık muhabettini." dedi bıkkın bir yüz ifadesiyle. Araladığım dudaklarımı onun isyanı yüzünden birbirine bastırdım. Haklı olduğunu fark etmem çok zamanımı almamıştı. Gerçekten de bugün Pınar'a dert yandığım tek mesele buydu.

Ona döndüm tekrardan sonra da mahcup bir ifadeyle başımı eğdim. "Haklısın Pınar. Ama sende anla beni. Eğer on gün olursa okuldan atılırım. Ve bir daha başının tatlı belasını, yani beni göremezsin yanında." 

Bir yandan da dudaklarımı büzmüştüm. Bana baktı birkaç saniye. Sonra çatalını önündeki tepsiye bıraktı. "Neden on gün olsun ki devamsızlığın? Bir daha rapor alırsın gelmeyeceğin zaman olur biter."

Pınar gayet mantıklı şeyler söylemeye devam ederken bir nefes daha verdim dudaklarımın arasından. Pınar'a söylediğim gibi uyuyakaldığım, hasta olduğum için değildi aslında devamsızlıklarımın nedenleri. Şimdi de söylemeyi düşünmüyordum ona neden bu kadar devamsızlığım olduğunu. Neyse ki Pınar konuşmayı kestiğinde bende dilimin ucuna gelenleri geri gönderebilmiştim. 

Anneme bundan iki ay önce araba çarpmıştı. Bir hafta kadar yoğun bakımda kalmıştı annem. O zaman doktorların umutsuzluğu bize işlemişti. Ama annem yoğun bakımdan sağ bir şekilde çıkabilmişti. Ancak vücudunun büyük bir kısmı felç kalmıştı. Ne zaman salona gitsem ve bakıma muhtaç annemin yaşlı gözlerini görsem yüreğime bir ağırlık çökerdi. Gözlerimizin önünde eriyip gitmesi benim görmeye dayanabildiğim bir şey değildi.

Fizik tedaviler tek umudumuzdu ve eğer karşılığını alıyorsak da farkında değildik. Annem bize muhtaç olduğu için onun ihtiyaçlarını bizim karşılamamız gerekiyordu. 

Babamın vardiyası değiştiği günlerde benim evde kalıp annemle olmam gerekiyordu. Ancak dokuz güne varan devamsızlıklarım bunun böyle yürümeyeceği gerçeğini çarpmıştı yüzüme.

Babamla bu konuyu konuşmam gerekiyordu. Bir şekilde bu duruma bir çare bulmak zorundaydık. Pınar sessiz bir şekilde bana bakmaya devam ederken gözlerim yemekhane kapısına kaydı. Sonra da içeri giren Yağız'a. Arkasından arkadaşları da geliyordu. Yağız'ın kahve saçları alnına dökülmüştü. Sağ yanağında her zaman ki gibi kapatılmaya çalışılmasına rağmen görünen bir morluk vardı.

Bu durum kaşlarımı çatmama neden olurken arkadaşlarında gezindi gözlerim. Umut, Yağız'ın en kuvvetli arkadaşıydı. Vücudu oldukça kaslıydı. Güney de diğer erkek arkadaşıydı Yağız'ın. Umut ne kadar kuvvetli görünüyorsa Güney bir deri bir kemikti. Ama suratı karizmatikti ve kendine has bir aurası vardı.

Nazlı.

Sarı ve gür saçları vardı kızın. Boynuna bir sürü kolye takıyordu. Saçlarını ise farklı farklı renklere boyuyordu sürekli. Birkaç tutamı yeşile boyamıştı yakın zamanda. Onun da kendine has bir aurası vardı. Tarzını seviyordum ben.

Arkadaşlarını incelemeye bıraktım. Yağız dirseğini mermere yaslamıştı. Ve arkadaşlarıyla konuşmuyor, gözleriyle dışarıyı izliyordu. Kafamı sağa yatırırken direkt olarak ona bakıyordum. Bir kere yüzüne sürdüğü kapatıcı ile onun teni aynı renk değildi. Yakın olsa gideri oldu belki. Ama Nazlı'nın beyaz teniyle Yağız'ın esmer teni hiç uymuyordu bir kere.

Pınar omzuma dokunurken gözlerimi çektim Yağız'dan. Pınar bana sorgular gibi baktıktan sonra dudaklarını araladı. "Aslında sana bunu söylemeyi pek düşünmüyordum ama..." 

En Acı Renk (Texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin