25 (sezon finali)

1.4K 63 12
                                    


"Senin neyin var Deniz?"

Yağız uzun ve kemikli parmaklarını yüzümün önüne gelen saçlarımı ittirmek için hareket ettirirken buruk bir ifadeyle yüzüne baktım. Ellerimle karnımı sardıktan sonra, "karnım ağrıyor." diye mırıldandım.

Dudakları tek çizgi hâline gelirken beni kendine doğru çekti. Onun göğsüne yaslandıktan o da çenesini başımın üstüne yasladı.

Ellerini ellerimin üzerine sararken, "regl mi oldun?" diye sordu. Başımı kaldırıp onunla göz göze geldikten sonra, "evet." diye mırıldandım.

"Ne iyi geliyor sana? Kadınlar bu dönemlerde duygusal ve alıngan oluyorlar galiba. Nazlı sayesinde çok tanık oldum."

Gülümsedim hafifçe. "Çikolata, çikolatalı süt, çikolatalı puding." diyerek ona baktığımda güldü dişlerini göstererek.

"Çikolatalı her şeyi alacağım o zaman."

Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı salladım. "Sanırım öyle deseydim de olurdu."

Elini yüzümde gezdirdikten sonra geri çekip oturduğu yerden kalktı. "Ben alıp geleceğim sana. Bizimkiler çağırırsa yine oyuna, oynama."

Başımı salladıktan sonra, "bir de çantamdan ağrı kesicimi getirir misin? Parol vardı yanımda." dedim.

"Benim var, daha etkili bir ağrı kesici. Parolun bir etkisi mi var ki? O kesmez ağrını."

Onun dediğini onayladığımda spor salonunu terk edip okul binasına doğru yürümüştü. Gözlerimi onun sırtından ayırdıktan sonra voleybol oynarken adeta bir savaş yapan arkadaşlarımı izlemeye başladım.

O sırada yüzü gözü ter içinde kalmış Güney benim olduğum tarafa doğru gelmişti. Gözlerim onu takip ederken bir yandan da uzun zamandır aklımı kurcalayan meseleyi gündeme getirdim tekrar.

O gün Mısra'nın söyledikleri ve o gösterdiği fotoğrafı düşünmüştüm tekrardan. Tek temennim o fotoğrafın çok eski bir zamanda çekilmiş olmasıydı ve Umut'un şimdileri düştüğü bu bataktan kurtulmuş olmasıydı. Çünkü onun uyuşturu bağımlısı olması fikri bana korkunç geliyordu.

Ama bir yandan da onun bağımlı olduğuna dair belirtileri gözlemlememiştim. Borat'ta fark ettiğim şeyler Umut'ta yoktu. Bu durum da içime su serpiyordu. Gerçekten bu bataklığa düşmüş ve kurtulmuş olabilirdi. Çünkü Umut kardeşine zarar veren insanlarla vakit geçirip hayatını zehir edecek biri olarak gelmiyordu bana.

Belki de inanmak istediğim buydu, emin olamıyordum.

Yaşadıkları zaten bu kadar zorken kendini daha da batırması düşüncesi kabul edilir değildi. O yüzden bu şüphe beni korkutuyordu. Ne yapmalıydım? Direkt gidip sormalı mıydım? Ama bu sefer Mısra'nın söyledikleri kafama takılıyordu.

Eğer onun hakkında böyle bir şeyi bildiğimi anlarsa gerçekten beni siler atar mıydı? Gerçi onun hayatında silebileceği bir yer kaplamış mıydım bundan da emin değildim.

Ve en önemlisi Yağız kuzeninin bunu yaptığını, yapabileceğini düşünüp beni anlamaz mıydı? İki üç günlük değildim ki ben. Niye anlamayacaktı ki? Uyduracak hâlim yoktu.

Gerginlikle bir nefes alırken yanımdaki koltuğa oturan ve yüzü ter içinde kalmış Güney'e döndüm. Bacaklarını üst üste atıp terden alnına yapışmış saçlarını geriye attı. Fazlaca önüne gelen saçları onu rahatsız ediyor olmalıydı. Gözlerine vuran ışık yüzünden rengi açık kahve gibi görünüyordu. Yüzündeki sakallar hafif hafif çıkmaya başlamıştı yine.

Dudakları kıvrılırken, "sen neden bir haftadır böylesin?"

"Nasılım?" diye sordum ama şu anda da yüzümdeki ifadenin onun sorduğu soruyla uyuştuğunun farkındaydım.

"Modun hep düşük senin. Hayat gelip geçici Deniz. Gülümse yav! Gül az."

Bıkkın bir nefes verirken, "dün akşam dükkana geldiğinde hiç gülmüyordun Güney." diye mırıldandım. Aklı düne kaymış olacak ki suratı hemen gerilmişti. Bakışları bir an için donuklaşırken başını tam karşıya çevirdi. Ve bana bakmadan, "dolmuşta kavga çıktı. Dükkana gelmek için binmiştim. Sonra iki adam kavga etmeye başladı. Ama kavga çok büyüdü. Ben de korktum."

"Borat'tan yediğim o yumruğun acısını hiç unutamadım zaten. Canımın acıyacak olması beni çok korkutuyor."

Onun bu durgunluğu karşısında sakince ona baktım. "Ben de yükseklikten korkarım. Ayrıca sen korkuyor olsan bile o gün yanımıza gelip yeterince cesaretli davrandın aslında. Ne korkular var zaten." dedim o hâlâ bana bakmazken.

"Emin ol yumruk yiyeceğimi bilsem yanınıza gelir miydim emin değilim. Küçüklükten beri travma oldu sanırım bende."

Yüzümü buruşturdum acıyla. Elimi kolunun üzerine koyduğumda o kafasını kaldırıp tavanı izlemeye başladı.

"Kimsenin derdi, yaşadığı şeyler karşılaştırılmaz ama keşke bu korkuyla büyümeseydim çünkü bu çok büyük bir yük. Kardeşlerimi koruyacak kadar cesaretli olabilseydim keşke."

Onun bu sözlerle hayıflanması benim içimi sızlatmıştı. "Güney... onlara ne kadar değer verdiğini tahmin bile edemiyorum." diye mırıldandım boğuk bir sesle. Gözleri kolundaki elime kayarken başını salladı.

"Senin aramıza girmeni ve bizimle bu kadar yakın olmanı hiçbirimiz beklemiyorduk. Biz başka bir insan beklemiyorduk aslında. Yıllardır başka bir kimsemiz de yoktu." diyerek hâlâ voleybol oynayan kardeşlerine baktı.

"Korkak olmaktan nefret ediyorum. Korkunu yen derler bir de. Ne ironik ama öyle değil mi?" diye sorarken yüzü alaylı bir ifadeye bürünmüştü.

Omuz silktim dudaklarımın hafiften kıvrılırken. "Sen de zekanla adam döversin Güney. Korkunca beynin çalışmıyor diye bir şey yok ya." diye teselli etmeye çalıştım.

Bu biraz aşırı bir teselli olsa gerek sanırım egosu okşanmıştı. Bunu da yüzünün büründüğü ifadeden anlamıştım. Gülümsedim, böyle olması daha iyiydi elbette.

Ardından, "diğer salondan dart getirip onu oynayalım mı? Çünkü voleyboldan sıkıldım." demişti.

"Kafana top yemekten korkuyorsun." diye onu düzelttiğimde suratı düştü. "Ama Deniz..." diyerek dudaklarını büzerek bana baktığında göz kırptım. Ağzıma hayalî bir fermuar çekerken onun arkasından diğer spor salonuna yürümeye başladım.

Güney bu sırada yeterince dinlenmiş ve yüzündeki teri kurumuştu. Üzerindeki tişörtü hâlâ ıslaktı ama.

"Ee Yağmur'la nasıl gidiyor?" diye sordum yan gözle ona bakıp. Gülümsedi hemen. Başını eğip sırıtmaya başladığında bende güldüm onun bu tiplerine.

"Fena değil galiba." diyerek sırıtarak yere bakmaya devam etti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Hı öyle mi?" dedim sonra muzip bir ifadeyle.

Spor salonun demir ve kocaman kapısını omzumla birlikte ittirdiğimde o da arkamdan gelmişti. Kocaman salona adım attığımızda toz yüzünden hapşurasım gelmiş ama Güney'in önceden söylediği 'çok yaşa' yüzünden hapşuramamıştım.

Omzuna ufak bir darbe indirdiğimde o bundan keyif alan bir ifade içindeydi. Gözlerimi devirerek spor malzemelerinin olduğu, koridorun sonundaki odaya doğru yürümeye başladım. Arkamdan da Güney geliyordu. Ama tam koridoru dönecekken bizden uzakta, duvara yaslanmış iki insan gördüğümde adımlarım durdu.

Gözlerim şokla aralanırken bedenim de kaskatı kesilmişti. Arkamdaki Güney benim kadar ya da benden daha fazla şaşırmış olmalıydı belki de. Ama dönüp ona bakmak yerine gördüğüm görüntünün gerçekliğini sorgulamaya çalışıyordum.

Çünkü duvara sabitlenen gözlerim şu anda şöyle bir manzara görüyordu:

İki insan öpüşüyordu. Ama bu öpüşen iki insan Borat ve Mısra'ydı. Üvey kardeş olduğunu bildiğim iki insan.

Elimi duvara koyarken yaslandım. Ve sırtımı tamamen duvara verdim. Gözlerim usulca kapanırken dudaklarımın arasından, "yuh." döküldü. Fısıltı hâlinde söylemiştim ama eminim ki yaşadığım şoku yansıtan bir fısıldaydı. Neyse ki onları gördüğümüzü fark etmemişlerdi.

Bunun gerginliğiyle Güney'e bakmayı akıl ettiğimde ikinci bir şok daha yaşamıştım.

Elinde bir telefonla onları kayda alıyordu çünkü.

En Acı Renk (Texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin