Oglan - Kutanin
(bu şarkıyı ne zaman dinlesem içime bir huzur doğuyor. Gagavuz Türklerine ait bu şarkıyı tavsiye ederim size de.)
"Emin misin Nursel?" diye sordum aslında içten içe emin olmasını dileyerek. Sevinç dansı yapmak isterdim de kendime engel olmalıydım. Yağız onun yanında bu kadar oturmak istediğimi anlarsa sıkıntı çıkarırdı belki de.
Nursel başını salladı ve sonra parmaklarıyla gözlüğünü burun kemerine yaklaştırdı. "Dikkatimi dağıtıyorsun dersi dinleyemiyorum. Ön sıra boşken oraya geçebilirsin."
Biraz düşününce onunla bir hafta oturabilmem bile gayet yeterli olmuştu.
"Senin dikkatinin dağılmaması için yapabileceğimiz bir şey yok ki zaten." diye mırıldandığımda Nursel bıkkın bir ifadeyle baktı bana.
"Var, ön sıraya geçersen dağılmayacak zaten."
Ben gözlerimi kırpıştırarak bakakaldım Nursel'e. O ise beni tınlamadan Yağız'a dönüp, "umarım senin için de problem yoktur." dedi. Yağız sessizce bizi izliyordu bu konuşmayı yaparken. Gözleri bende gezinirken dudaklarının arasından bir nefes verdi.
Kararsız kaldığını anlasam da ona hevesli gözlerle bakıyordum. Neyse ki çok bekletmeden, "peki." demişti. Dudaklarımı birbirine bastırıp sırıtmamı gizledikten hemen sonra sıranın üzerindekileri toplayıp çantamın ön gözüne sıkıştırdım.
Onunla oturacaktım. O her ne kadar hevesli olmasa da.
***
"Dün sesin kötü çıkıyordu. Nezle gibi. O yüzden getirdim."
Yağız ona uzattığım termosa dikkatle baktığı için böyle bir açıklama yapmak zorunda hissetmiştim kendimi. Dün gerçekten sesi hırıltılı geliyordu. Aynı zamanda gözleri kanlanmıştı ve ara sıra öksürük krizine tutuluyordu. Bu kadar hastayken neden okula gelip kendini yoruyorsun diye hesap sormak istiyordum.
"Gerek yoktu." diyerek termosu parmaklarıyla kavrarken gözlerimi diktim ona. "Gerek var." diye homurdanmıştım sonrasında.
Kaşları çatılırken anlam vermeye çalışır gibi baktı bana. Ben de zaten ipin ucu koptu diyerekten termosu kavrayan zayıf parmaklarına baktım ve dudaklarımı araladım.
"Sana yardım etmeye çalıştığımda gerek yok demenden rahatsız oluyorum."
"Gerek var ya da yok. Sana yardım ediyorum ve bunu isteyerek yapıyorum."
Duraksadığını fark ettim. Gözleri kısılmıştı. Ben uzun kirpiklerine dikkatle bakarken termosu çekti önüne.
"Neden? Neden bana yardım etmek istiyorsun?"
"İçimden geliyor çünkü. İnsanların empati yapabilme yetisi var. Sana göre sadece kan bağın olduğun insanlar mı sebepsiz iyilik yapar?"
Birden yüzü değişirken kafasını çevirmişti bana sertçe.
"İnsanlar karşılıksız iyilik yapmaz." dedi. Gözlerimi kıstım. "Sen bana yaptın ama."
Derin bir nefes çekerken içine baktı gözlerimin içine. "Ben karşılıksız bir iyilik yapmadım sana."
Alayla gülümsedim. "Tabii canım para vermiştim değil mi karşılığında?" diye sordum sonra.
Kahve saçları alnına dökülmüştü. Eliyle gözlerini kapatmasın diye geriye atmıştı tekrar. Yüzüne baktım dikkatle. Yeni yeni çıkan siyah sakalları yanağına dağılmıştı. Yorgunluk belirtisi göz altları çöküktü ama gözlerinde gördüğüm ifade capcanlıydı.
İşaret parmağımla elindeki termosu işaret ederken, "ballı ıhlamur bu arada. İyi gelir boğazına. İç istersen hemen, termos çok dayanaklı değil." dedim.
Kafasını eğdi. Sonra bir yudum aldı ona yaptığım içecekten. Yüzü ekşidi. "Balı çok az eklemişsin."
"Bana tadı yerinde gelmişti aslında." dedim sessizce. Ama o tekrar yudumlarken içeceği gözlerimi ona dikmiştim.
Kafasını kaldırdığında boğazında iki tane küçük ben görmüştüm. Aynı zamanda zincirini görebildiğim kolyenin ucunda herhangi bir sembol olup olmadığını merak etmiştim.
Tişörtünün altında kaldığı için göremiyordum çünkü.
"Sen..." dedi. "Yaptığım iyiliğin büyük olduğunu düşünüyorsun. O yüzden kendince bana borcunu ödemeye çalışıyorsun."
Boş termosu benim önüme bıraktığında gözlerimde yorgun bir ifadeyle ona baktım.
"Karşılıklı iyilik yaptığımı ima ediyorsun."
Başını salladı, "ima etmiyorum." diye ekledi sonra.
Hayal kırıklığım belli olmasın diye kısık sesle konuştum, "sana karşılığını her gün kahve alarak ödeyeceğim zaten."
"Diğerleri benim içimden gelenler."
"Seni hasta olduğunda düşünmek mesela. Virüsler rahat bıraksın seni diye hazırladım bunu sana."
Termosun kapağını kapatıp çantama koyarken sıradan kalkıp gitmeden önce, "neden karşılıksız iyilik yapar bir insan diye sorgulayacaksan illa; ne kan bağım var ne de bana bir borcu diye düşün sonra geç de olsa aklına gelsin. Birileri için değerli olabileceğin." demiştim.
***
Kafasını kollarıyla sarmış hâlde uyuyordu. Yine karışan saçlarına bakarken yüzümdeki buruk gülümsemeyi bırakamıyordum.
Dün yaptığımız konuşma benim kantine gitmemle son bulmuştu. O yüzden ona söylediğim şeylerden sonra neler düşündüğünü ya da ne yaptığını bilmiyordum.
Hoş zaten kantine inmeyip yanında oturmaya devam etseydim ne düşündüğünü yine anlayamayacaktım.
Uyuması şu anda onu rahat rahat izlememi sağlarken kafamı koydum bende sıraya. Alnı ve saçları görünüyordu sadece.
Ama birden kollarını çektiğinde kafasının etrafindan, uyku mahrumu yüzüne bakakalmıştım. Dudaklarımda ufak bir gülümseme oluşurken doğrulup yerimde onu izledim.
Ellerini sırasının üzerine koyup parmaklarını kenetledikten sonra birbirine, bana döndü.
"Bugün inmeyecek misin kantine?" diye sordum kısık bir sesle. "İneceğim ama bana borçlu değilsin, kahve almak için tetikte beklemene gerek yok."
Kaşlarım çatıldı. "Var," dedim sert bir sesle.
Dudaklarını birbirine bastırıp mahcup bir ifadeyle salladı başını aşağı yukarı. "Hâlâ aynı şeyleri diretme sakın bana." diyerek uyarımı yaptım sonra ona. Çünkü aynı şeyleri duymak istemiyordum ağzından.
Ama o bana anlam vermeye çalıştığım bir ifadeyle bakarken elini ensesine atmıştı. "Ben..." dedi.
"Değer görmeye alışık değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En Acı Renk (Texting)
Teen FictionDeniz devamsızlığı sınırda olduğu için arkadaşının tavsiyesiyle hackerın birine mesaj atar. Ancak şans ondan yana gülmüştür bu sefer. Çünkü mesaj attığı hacker, sevdiği çocuk çıkmıştır.