Hayat yaşamaya değer miydi?Bu soru etrafı ve tabelası neon ışıklarla süslenmiş kafeye bakarken aklıma gelmişti yine. Hâlâ yaşamaya devam ediyorsam benim için bu hayatı yaşamaya değer bir şey vardı, bir şeyler vardı.
Belki bazıları yaşamaya değer bulmuyordu şu anda. İntihar etmenin bir yolunu arıyordu. Ben şu an hayat yaşamaya değer derken onlar değmez diyordu.
Başımı eğerken annemin gözlerinde gördüğüm acılı ifade geldi aklıma. Belki de annem de vücudu felç geçirdiğinde yaşamaya değer bir şey görmemişti bu hayatta.
Belki bizim varlığımız da bir amaç olmaya yetmemişti. O gözlerinde gördüğüm keder sadece bir can acısıydı mı? Yoksa o keder annemin yitip giden umutları mıydı?
Kafamı sağa sola salladım. Bunu düşünmek bana acı veriyordu. Ve bu acıya katlanamıyordum çoğu zaman.
Kafeden içeri girdim bu işi halletme ümidiyle.
Saat yedide evden çıkmıştım. Trafik gibi ihtimalleri düşününce bir saat önce çıkmak gayet yeterliydi. Zaten kafe bana uzak değildi.
Ve daha önce gelmiştim buraya. Çok işlek bir caddede açılmış, bu semtte oturan insanların gözdesi bir kafeydi. Etrafı koyu yeşil dekore edilmişti. Siyah tebeşir bir tahta vardı sağ tarafımdaki duvarda. Menü içeriği yazılıydı. Diğer duvarlar ise küçük büyük çizimlerle doluydu.
İkinci kata çıkan dar bir merdiven vardı önümde. Mesajda ikinci katta ilk masada oturduğunu yazmıştı. O yüzden siparişleri taşıyan garsonlarla çarpışmamaya dikkat ederek çıktım yukarı.
Sarı saçlarımı geriye atarken gözlerimle etrafı taradım. İlk... İlk masa.
Gözlerim ilk masaya kayarken tanıdık bir arka profille karşılaştım. Kısarken gözlerimi, ilk masada oturan kişinin ceketine kaydı gözlerim. Sonra ceketindeki armalara.
Bu ceket...
Çok tanıdıktı.
Kalbim hızını arttırırken gözlerim aralanmıştı şokla. Bu ceket ve kahve saçlar...
Neyse ki yüzünü bu tarafa dönmüştü de emin olmuştum. Hacker diye telefonuma kaydettiğim kişi Yağız'dan başkası değildi. Dudaklarımı birbirine bastırırken elimi göğsümün sol tarafına yaslamamak için zor duruyordum yerimde.
Bu tesadüf hiç beklemediğim bir anda beni bulduğundan kendime gelebilecek gibi hissetmiyordum. Şimdi yanına gidip tavırlarımı düzgün bir şekle sokmam gerekiyordu. Ama tavırlarım bir hacim kazansaydı maddenin sıvı hâli olurdu. Nasıl düzgün bir şekle sokacaktım?
Normal davranmam gerekiyordu. Hem böyle bir şey istesem olmazdı. Yanına gidip onunla konuşma cesaretini gösteremiyordum bir kere. Ama şimdi onunla konuşmak için bir sebebim vardı.
Kol saatime baktım. Sekize iki dakika kalmıştı. Daha fazla ayakta dikilirsem gözlerimin önünde çekip giderdi. Parmaklarımı birbirine kenetlerken yavaş adımlarla onun olduğu masaya yanaştım.
Açık camdan dışarıyı izliyordu ve ben yanına geldiğimde kafasını çevirdi. Kalp atışlarım duyulur diye korktuğumdan çektiğim sandalyeye tedirginlikle oturdum.
"Merhaba," diye fısıldadım kısık sesle. Cevap verdi aynı şekilde. Sesi... Aynı sınıfta olduğumuzdan ve kantinde birkaç kere yanından geçtiğimden sesini duymuştum daha önce. Ama benimle hiç konuşmamıştı. Ve şu an ilk defa onunla karşı karşıya oturuyordum.
"Bir şey içer misin?" diye sorduğunda gözlerim masamıza yaklaşan garsona takıldı. Ardından aynı şekilde kısık sesimle, "sıcak çikolata içerim," dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En Acı Renk (Texting)
Teen FictionDeniz devamsızlığı sınırda olduğu için arkadaşının tavsiyesiyle hackerın birine mesaj atar. Ancak şans ondan yana gülmüştür bu sefer. Çünkü mesaj attığı hacker, sevdiği çocuk çıkmıştır.