27

1.2K 52 11
                                    


Okula geldiğimizde bizi kaosun beklediğini hatta kollarını açarak beklediğini bilmiyorduk. Üzerimize çullanacağından bihaberdik diğer bir deyişle.

Bundan habersiz kalmaya devam ederken yanımdaki Nazlı'ya döndüm. Bugün diğer günlerin aksine makyaj yapmıştı. Göz pınarlarına ve burun ucuna sürdüğü parlatıcı güzeldi mesela. Göz kalemiyle çektiği kısa eyelinerı da beğenmiştim.

"Beni seviyor." dedim kocaman sırıtarak. Bunu ona kaçıncı kez söylüyordum bilmiyordum. Çünkü ben bile inanamıyordum. Hevesle onun suratına bakmaya devam etsem de Nazlı bıkkın bir ifadeyle bana döndü. "Senden duyduğum tek şey bu bugün biliyor musun?"

"Bilmemek saçma olurdu." diyerek ironik bir cevap verdiğimde arkasına dönüp Yağız'a baktı. "Bunu sana söylemek için geç kaldığını bile düşünüyordum. Bu kadar mutlu olacağını bilseydi çok daha erken söylerdi bence." dedi.

Ben de gülümseyip dün akşamı hatırladıktan sonra omzumu silktim. "Yağız zor biriydi. Bunu onunla tanıştıktan sonra anladım. Onun düşüncelerini değiştirmesi de korkularını yok etmesi de hiç kolay değildi."

"Diyorsun ki daha geç de söyleyebilirdi. Ama dünya fani değil mi? Birini seviyorsan söylemelisin, değer vermelisin."

Cevapsız kaldım. Sonra dudaklarımı araladım. "Doğru, hayatın ne getireceği belli olmuyor. Sevdiğimizi söylemekte geç kalmamalıyız."

Sonra dalgın bir şekilde devam ettim. "Ama ben zamanı buydu gibi hissediyorum. Geç kalmış gibi hissetsem ağzım kulaklarıma varmazdı. Tam yeri ve zamanı gibi... Ben böyle hissettim. Ondan bunu duyunca her şey tamam oldu bir anda. Daha erken olsa tamam olmayabilirdi."

Nazlı'nın gözleri ışıl ışıl bakarken ben dün geceyi kafamda geri sarıyordum. Güney'in videoyu yayınladığı gerçeğini tamamen aklımızdan çıkarmıştık ve olacaklara hazırlıksızdık. Okul kıyafetlerimi ellerimle düzeltip saçlarımı geriye doğru attım. Sabah biraz erken kalkıp asla şekil almayan saçlarıma dalga vermeye uğraşmıştım. Evet, şekil almayan saçlarıma maşa yapmak için bu kadar erken kalkmak salaklıktı. 

Bir daha yapmayacağım bir salaklıktı en azından.

Üzerimdeki gri süveterdeki düşmüş saç telimi alıp yere bıraktıktan sonra okulun geniş bahçesine bakındım. Güvenlik burada değildi. Okulun demir kapısı açıktı. 

Hep birlikte okulun bahçesine girdiğimizde banklarda, bazıları da çimlerin üzerinde oturan öğrencilere göz gezdirdim. Hava soğuk olmasına rağmen derslerin başlamasına daha çok olduğundan burada kahvaltı yapıyorlardı.

"Kantine inelim, midem gurulduyor. Bence biriniz hepimize tost ısmarlayacak. Acaba o kim?" dedi Güney sonra da sırıtarak elini deri ceketine koydu. Bu ceketin benim olduğu gerçeği içimi yaralıyordu. Ona ödünç vermiştim hiç istemesem de. Çünkü vermesem adımı cimriye çıkaracağına emindim. Eğer bir yerinde ufacık bir zarar görsem artık ona bir şey ödünç vermemek için elimde somut bir sebep olacaktı.

Ceketim harikaydı. Keşke pembe olanını alsaydım diye iç geçirirken Nazlı oflayarak kardeşine baktı. 

"Neden o kişi sen olmuyorsun Güney?"

Güney dudaklarını birbirine bastırırken anlamsız gözlerle ikimize baktı. "Bunu söyleyerek boşuna zaman kaybettin kardeşim." 

Başımı sağa sola sallarken deri ceketimin fermuarına yakın bir yerde bir beyaz leke olduğunu fark ettim. Güney ben ona yaklaştıkça geriye doğru yürümeye başladığında öfkeyle kaşlarımı çattım. "Dursana oğlum yerinde." diye homurdandım sinirle.

En Acı Renk (Texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin